Hükümetin Haydarpaşa Garı’na dair bitmeyen bir ilgisi var. 2004 yılından beri Haydarpaşa Garı etrafında çeşitli tartışmalar dönüyor. Sadece Kadıköy’ün değil aynı zamanda İstanbul’un da önemli bir parçası olan Haydarpaşa Garı, belleğimizde önemli bir yer tutuyor ve ona bu özelliği büyük oranda sahip olduğu estetiği, konumu ve işlevi veriyor. 1908’deki inşasından günümüze toplumsal belleğimizde önemli bir yer edinen Gar, 2004’ten itibaren ise çeşitli girişimlerle işlevinden arındırılmaya ve kamusal niteliğinden koparılarak 1 milyon metre karelik bir alanı kapsayan bir dönüşüm projesinin konusu haline getirilmeye çalışılıyor.
2010’da çatısında çıkan yangından bir süre sonra tren ve vapur seferleri de iptal edilerek adım adım bir çöküntü alanı haline getirilen ve dönüşüm projesiyle hukuksuzluğun her türlüsüne maruz kalan Haydarpaşa Garı, şimdi de Başbakanlık Özelleştirme İdaresi Başkanlığı’nın yeni bir girişimine konu olmuş durumda. Başbakanlık Özelleştirme İdaresi Başkanlığı, Kadıköy Belediyesi’ne, 9 Ağustos günü bir yazı yollayarak Haydarpaşa Limanı ve geri sahasının özelleştirme kapsam ve programına alınmasına yönelik çalışmalar için bilgi istedi. Elbette özelleştirme dalgası sadece Haydarpaşa Garı’yla sınırlı değil. Kısa zaman önce TBMM Plan ve Bütçe Komisyonu’na gelen ve kabul edilen “Türkiye Varlık Fonu” kurulmasına ilişkin yasa tasarısıyla, birçok kamu kurumu ve arazisi özelleştirme kapsamına alınarak plansızca yürütülen mega projelerin finansman ihtiyacı karşılanmak isteniyor. Dolayısıyla, kentsel mekanın finans piyasalarına bağlanması sürecinde, kamu kurumları ve arazilerinin metalaştırılması ve rantsal baskıya kurban edilmesi söz konusu. Her ne kadar tepkiler üzerine Gar’ın hızlı tren garı olarak kullanılacağı açıklansa da bunun bir garantisi yok. Üstelik gar çevresindeki alanın özelleştirilmesi planlarına dair belirsizlik de devam ediyor.
Haydarpaşa’nın Kullanım Değeri
Henri Lefebvre Şehir Hakkı adlı çalışmasında kentlerin sanayileşmeden de önce var olduğunu belirterek, sanayileşmeyle birlikte kentlerde çatışmalı bir sürecin başladığını belirtir. Kullanım değeri ve mübadele değeri arasındaki bu çatışma, tarihsel olarak, kentsel gerçeklik ile sermaye arasındaki ve toplumsal yaşam ile ekonomik üretim arasındaki çatışmadır.
Kentte var olagelen bu çatışmalı süreci, günümüze ve özellikle Haydarpaşa örneğine uyarlayabiliriz. Bir yanda toplumsal yaşam, dayanışma ve kamucu perspektif; diğer yanda, rant, tüketim ve özel çıkarlara dayalı bir anlayış. Biri Haydarpaşa’ya baktığında “yapıt”ı görürken, diğeri aynı yerde “meta”yı görüyor. Yapıt, estetik yönleriyle, toplumsal belleğimizde edindiği yerle ve kullanım değerinde ortaya çıkarken, meta, mübadele değerinde ortaya çıkıyor. Sanayileşme sonrasında kentlerden ekonomik bir rasyonalite beklentisi içerisinde olan anlayış ise Haydarpaşa gibi mekânlara baktığında üretken olmayan bir yatırım görüyor ve onun mübadele değerine dikkat kesiliyor.
Haydarpaşa Garı’nın etrafında dönen tartışma aslında büyük resmin sadece bir parçası. Aslında, kentsel mekanın rant baskısı altında yeniden şekillendirilmesiyle kentsel doku bozulup bir kısım insan kentin çeperlerine doğru itilirken, kent merkezi homojen bir yapıya kavuşturulmak isteniyor. Tam da bu aşamada, merkezi yönetim, sermaye birikimine olanak sağlayacak yasal düzenlemelerle emlak piyasasında spekülatif artışlara çanak tutuyor. Yasal düzenlemeler de 1980 sonrasında neoliberal dönemin ruhuna uygun bir şekilde üretim alanından spekülatif alana kayan sermaye için kentleri kâr getirecek bir alan olarak sunuyor. Çünkü bahsettiğimiz yeni sermaye birikim modelinde, kentlerin sahip oldukları spekülatif rant potansiyeli en önemli başlığı oluşturuyor.
Sadece Gar binasından ibaret olmayan, aynı zamanda çevresindeki geniş bir araziyi de kapsayan dönüşüm planları her ne kadar çöküntüleşmiş kentsel mekanların soylulaştırılmasından ibaret görünse de aslında daha fazlasını ifade ediyor. Bölgede yaşayan insanların yerinden edilmesi, kentin çeperlerine doğru dışlanması ve boşalan yerlerin yüksek getiri sağlayacak şekilde ranta konu olması, odağında özel çıkar sahiplerinin olduğu, şehrin istilasına dayanan bir stratejiyi barındırıyor.
Bu bağlamda düşünüldüğünde, mevcut iktidar tarafından gerçekleştirilen kanun değişiklikleri ve yeni KHK’ler daha anlaşılır oluyor. Bu yasal düzenlemeler ve planlama disiplininden yoksun dönüşüm projeleriyle, kentin kültürel belleğinin önemli bir parçasını oluşturan kültür varlıkları, koruma kurullarının denetiminden sıyrılarak rantsal dönüşüm projelerine konu oluyor. Rant baskısı alındaki tarihi mekanlar kentsel dönüşüm, kentsel yenileme ve özelleştirme projeleri ile kamusal niteliklerinden koparılıp özel çıkarlar için piyasa ilişkilerine dahil edilmeye çalışılıyor. Son 12 yıldır Haydarpaşa Garı etrafında dönen tartışmalar da bu rant baskısının açık bir göstergesi. Haydarpaşa Garı’nın da bir parçası olduğu İstanbul’un yaşadığı büyük yeniden yapılandırma sürecinin eşitsizlikleri derinleştirip yeni dışlanma biçimleriyle mi sonuçlanacağı yoksa sürdürülebilir ve eşitlikçi bir yapıya mı kavuşturulacağı bize bağlı. Görünen o ki kentler; kent hakkı ve kamusal alanların kullanım değeri için direnenlerle onu rantsal projelerin konusu haline getirenlerin bitmeyen çatışmasına sahne olmaya devam edeceğe benziyor.