You are here
Home > Blog

Kentler, Küresel Konut Krizini Nasıl Daha Kötü Hale Getiriyor?

Dünyada yaklaşık 900 milyon insan gecekondu mahallesinde yaşıyor; yeterli suya ve sanitasyon* imkanlarına veya yeterli barınağa erişemiyor. 2025 yılına kadar dünya nüfusunun beşte birinin,  yani yaklaşık 1.6 milyar insanın güvenli, yeterli ve uygun fiyatlı konuta erişimi olmayacağı tahmin ediliyor.

ABD’de olduğu gibi, küresel konut krizine getirilen yaygın çözüm, kentlerin çeperlerine sürülmüş gecekondu mahallelerinde, büyük ölçekli ve devlet tarafından sübvanse edilen konut programlarının inşa edilmesi. Ancak bunun, tam tersi bir etkisinin olduğuna dair artan kanıtlar mevcut durumda.

Dünya Kaynakları Enstitüsü (WRI) tarafından yapılan yeni bir araştırma, kamu konutları konusundaki politikaların, ev sahipliği vurgusunun  ve  sorunlu arazi kullanım politikalarının, gecekondu mahallelerindeki koşulları nasıl kötüleştirdiğini ve küresel krizi nasıl daha kötü hale getirdiğini ortaya koyuyor.

Dünyada 330 milyondan fazla hane,  güvenli, yaşamaya elverişli ve uygun fiyatlı konut eksikliği çekiyor, ki bu rakam 2025 yılına kadar %30 oranında büyüyerek 440 milyona ulaşacak. Her ne kadar küresel olarak, gecekondu mahallelerinde yaşayan nüfusun yüzdesi, son 20 yılda azalmış olsa da, dünya çapında gecekondu mahallelerinde yaşayan insanların sayısı, 1990’da 700 milyondan az iken 2014 yılında 880 milyona yükselmiş durumda ve önümüzdeki yıllarda daha da artacak. Hindistan ve Çin’de nüfusun yaklaşık dörtte biri gecekondu mahallelerinde yaşıyor, Afrika’da nüfusun yarısından fazlası yetersiz yaşam koşullarına hapsolmuş durumda. Dünya genelinde kadınlar ve azınlık grupları gecekondu bölgelerinde orantısız olarak yoğunlaşıyor.

1950’lerden 1980’lere kadar süren yaygın strateji, genelde yoksulluğun ve ekonomik sıkıntıların daha da yoğunlaşmasına neden olan, yüksek binalardan oluşan kamu konutları inşa etmekti. 1990’lı ve 2000’li yıllar, gecekondu mahallelerinin iyileştirilmesine ve dezavantajlı grupların kente erişmesindeki engellerin ortadan kaldırılmasına daha fazla olanak tanıyan yaklaşımlara doğru bir eğilim yaşadı. Fakat yaklaşık son on yılda, genellikle küresel kentlerin çeperlerindeki gecekondu mahallelerinde yer alan büyük ölçekli ve devlet tarafından sübvanse edilen konut programlarına geri dönüş yaşanıyor.

Rapor, haklı olarak, dezavantajlı gruplara, kendi mahallelerini iyileştirmeleri için yetki verilmesini savunuyor. Bu yaklaşım, Janice Pearlman’ın Brezilya favelaları üzerine yaptığı çalışmalardan, Doug Saunders’ın  varış kentlerinde** yoksulların kendi ekonomik fırsatlarını yaratması konusundaki görüşlerine kadar çok sayıda araştırma ile aynı doğrultuda yer alıyor. Jane Jacobs’un ekonomik kalkınmanın, yerel toplulukların kendi sorunlarını çözmelerine ve kendi fırsatlarını yaratmalarına bağlı olduğu yönündeki argümanıyla da uyum sağlıyor.

Çalışma, topluluğun katılımı olmaksızın gecekondu mahallelerinin başarılı bir şekilde iyileştirilemediğini doğruluyor ve hükümetler, toplulukların mevcut kapasitelerine dayalı bir politika oluşturduklarında ve kentsel altyapıya erişimlerini geliştirdiklerinde, toplulukların katılımının güçleneceğini savunuyor.

Rapor, bu geniş perspektife dayanarak, küresel konut krizine ve gecekondu bölgelerinin iyileştirilmesine yönelik üç temel stratejiyi ortaya koyuyor:

İnsanları Yaşadıkları Yerden Ayırmadan Yerinde Dönüşüm Yapılması

Gecekondu mahallelerini, aslında bir fırsatken bir sorun olarak görmek büyük bir hatadır. İnsanları mevcut yerleşimlerinden uzakta yeni hükümet projelerine yerleştirmek daha da büyük bir hatadır. Gecekondular genellikle ekonomik fırsat merkezleri etrafında toplanırlar, ancak gelişmemişlerdir. Ve gecekondu sakinleri, doğaları gereği, toplumun olanaklarını nasıl harekete geçirip fırsat yaratacaklarını bilirler.

Raporda belirtildiği üzere, uygun fiyatlı konutların konumu, bu konutun kalitesi kadar hatta daha da önemli durumda. Gecekondu sakinleri yerlerinden edilip başka bir yere yerleştirildiklerinde, onlar için çok önemli olan sosyal ve ekonomik ağlarla ve kendi oluşturdukları geçim seçenekleriyle olan bağlantıları kopuyor. Mevcut yerleşim yerlerinde yerinde iyileştirmeler yapmak ise, gecekondu sakinlerinin kendi ağları ve ekonomik fırsat alanlarıyla olan bağlantılarını sürdürmelerine imkan tanıyor.

Kent Merkezlerinde Mevcut Altyapının Yeniden Şekillendirilmesi

Dezavantajlı kişiler ve yoksullar, ekonomik fırsatların daha fazla olduğu kent merkezlerinde veya çevresinde yaşamaktan fayda sağlarlar. Sonuçta, kent merkezleri, insanların yetenek ve kapasitesini  harekete geçirmenin temel motorlarıdır ve bundan hem avantajlı hem de marjinal gruplar faydalanır. Bu nedenle, çoğu insan, göç edecekleri ilk yer olarak kentleri seçer.

Bunu yapmanın bir yolu, atıl kentsel arazileri, uygun fiyatlı konut ve ekonomik kalkınma için, gelişmeye yönelik gerçekçi standartlarla dönüştürmektir. Buna, kademeli konut iyileştirmeleri, çok çeşitli piyasa dilimlerini tanıyan kolay anlaşılır planlama süreçleri ve basit imar yönetmelikleri dahildir. Ayrıca bu durum, kent yönetimlerini; ortak mülkiyeti ve atıl arazileri, binaları ve alanları canlandırmaya yönelik yaratıcı çözümleri keşfetmeye teşvik eder.

Yol ve toplu taşıma gibi altyapı hizmetlerinin sağlanması gecekonduları ekonomik fırsatlara bağlamaya yardımcı olabilir. Kolombiya’daki Medellin şehri, dik yamaçlı gecekondu mahallelerini iş merkezlerine ve ekonomik faaliyetlere bağlamak için yürüyen merdivenleri ve teleferikleri kullanarak bunu mükemmel bir biçimde gerçekleştirdi.

Mülkiyetten Kiralık Konuta Geçiş

Çok yoksullar ve konut kredisi almak için gerekli evraklara sahip olmayanlar için ev sahibi olmak basit bir seçenek değildir.

Özellikle Küresel Güney’de ev sahibi olma konusundaki mevcut vurgu, dünyanın hızla kentleşen bölgelerinde kadınlar ve azınlık gruplarına mensup kişiler için ek yükler yaratmaktadır. Bunun nedeni, mülkiyet  haklarının ayrılmaz bir şekilde erkek aile üyelerine ve evlilik statüsüne bağlı ya da başka türlü kültürel normlarla sınırlandırılmış olmasıdır. Mülkiyet haklarının cinsiyete dayalı olmadığı ülkelerde bile, uygulamada, sıklıkla kadınların konut satın alma haklarını kullanmaları kısıtlanmaktadır.

Dolayısıyla, herhangi bir kalkınma stratejisi, yalnızca ev sahibi olmaktan ziyade yerel uygun fiyatlı kiralama seçeneklerini destekleyen bir politika olmadan işe yaramaz.

Sonuç olarak, dünyada gecekondu mahallerinde yaşayan yüz milyonlarca kent yoksulu, küresel konut krizini çözmenin anahtarıdır. Çünkü onlar, kendi toplumsal yapılarını iyi tanıyor ve olanakları harekete geçirmek ve fırsat yaratmak için ellerinden geleni yapıyorlar.

Ve onlara, kaynaklara ve birleştirici (sosyal) dokuya erişim imkanı sağlamak, ekonomik ilerlemenin kentsel motorunu çalıştırmak için yapabileceğimiz en iyi şeydir.  John F.C. Turner’ın uzun zaman önce savunduğu gibi, artık konutu, hükümetlerin insanlar için inşa ettiği bir şeyin ismi olarak görmek yerine, insanların ve toplulukların kendileri için inşa etme eyleminin bir parçası olarak görmenin vakti gelmiştir.

 

*Sanitasyon, genel anlamıyla hijyenik ve sağlıklı koşulların oluşturulması ve korunması olarak tanımlanıyor.

**Doug Saunders, “arrival cities” olarak anılan bu kavramla, göçmenlerin ülkeye vardıkları ilk esnada ihtiyaç duydukları sosyal ve ekonomik yapılara sahip olan, genelde kentlerin çeperinde bulunan bölgeleri ifade ediyor.

 

Richard Filorida’nın CityLab’deki yazısından çevrilmiştir.

 

Top