Çatışma sonrası dönemin fırsatlarından faydalanan sermaye Belfast’ı dönüştürmekte, fakat söz konusu olan şehrin işçi sınıfına mensup sakinlerinin yararını gözeten bir dönüşüm değil.
Conor McFall, 09.02.2018, Çeviri: Emrah Çınar
Büyükbabam, Belfast şehir merkezine yaptığı neredeyse her ziyarette “insan bu şehri tanıyamıyor artık” der. İkinci Dünya Savaşı’nın ortalarında doğmuş olan büyükbabam, Belfast’ın on yıllarca süren çalkantılı dönüşümüne tanıklık etmiş bir nesle mensup. Sinemaları, dans salonları ve Viktorya dönemine özgü büyük mağazalarıyla bilinen o eski şehir yerini çok geçmeden, güvenlik aramaları ve bomba uyarılarıyla cazibesini yitirmiş bir şehre bırakacak; şehir, sakinlerinin Kuzey İrlanda Sorunu’nun (The Troubles, Na Trioblóidí) devam ettiği süre boyunca devam eden şiddete maruz kalmaktan duydukları korku yüzünden, akşamları metruk yerleşim yerlerini andıran bir sessizliğe gömülecektir. Bu dönem boyunca birçok insan için mahallelerindeki toplum merkezleri ve kaçak barlar, şehir merkezindeki barlardan daha sık uğranılan yerler haline geldiğinden sosyalleşme de daha ziyade mahalli ölçekte gerçekleşmekteydi. Belfast, ateşkes ve barış anlaşmaları döneminin şehir merkezini cazip bir ticaret ve sosyalleşme mekânına dönüştürecek bir yeniden yapılanma sürecine izin vermesiyle birkaç on yıl içinde bir kez daha suret değiştirdi. Yaşanan değişim henüz yirmi beş yaşıma girmemiş olmama rağmen benim için bile aşikâr. Kahve dükkânlarının hızlı yayılımına bakarak da anlaşılabilir bu durum; önce Castle Court’taki Starbucks, sonra her köşe başında pıtrak gibi biten Caffe Nero’lar ve şimdi de şehrin daha revaçta olan bölgelerinde açılan, İskandinav minimalizmi tarzında birbirinin kopyası hipster kafe sayısındaki patlama…
Belfast’a kuzey yönünden gelenler, ufku vinçlerin kapladığını görebilirler. Bu sene başında küçücük bir alanda tam sekiz tanesini sayabilmiştim. Mevcut kalkınma projelerinin büyük çoğunluğu sanatsal faaliyetlerin merkezi olarak görülen ve orta sınıf genç profesyonellerin uğrak yeri olan Cathedral Quarter (Katedral Mahallesi) çevresinde yoğunlaşıyor. Ancak şehrin genelinde hummalı bir dönüşüm yaşandığı açık. Belediye Binası’nın güneyinde iki büyük otelin inşaatı sürüyor. Yeni inşa edilen ve bu ölçülerdeki bir şehir için saçma ölçüde büyük kaçan Grand Central Hotel’in ucube binası hâlihazırda dev cam panellerle kaplanıyor. Caddenin hemen karşısında George Best Hotel inşaatı için çalışmalara başlanmış durumda. Yolun aşağısında ise Gallery apartmanı adıyla, genç profesyonellere (Belfast için düşündüğümüzde) akıl almaz derecede pahalı fiyatlara saydam kutucuklar sunan bir başka camdan kule dikiliyor. Birkaç kilometre aşağıda, Ormeau Yolu üzerinde Portland 88 adında yine benzer bir proje sürmekte. Her ne kadar son on yılda turizmde muazzam bir artış yaşandığı gerçekse de bu kadar çok sayıda devasa otel projesini gerektiren bir talebin mevcut olduğu iddiası makul görünmüyor. Benzer şekilde, şehrin her yanında ofisler bomboş dururken sürekli olarak yeni yeni ofis binaları dikiliyor. Aynı şey dükkânlar için de söylenebilir zira Kuzey İrlanda, Birleşik Krallık içinde bu anlamda en yüksek boşluk oranına sahip.[1]
Şehirdeki en önemli kalkınma projeleri şu anda Cathedral Quarter civarında kümelenmiş durumda. Ulster Üniversitesi de bu bölgedeki Belfast kampüsünü genişletmekte, böylece birçok dersi nispeten hareketsiz bir yer olan Jordanstown’dan şehir merkezine taşımayı amaçlıyor. Bu durum bölgede, muhiti öğrenci yurtları ve apartmanlarla doldurmayı isteyen müteahhitler yüzünden derin ihtilaflara konu olan bir inşaat furyası doğurdu. İlk yeniden yapılanma planları şehirdeki sanatçılar, gazeteciler ve solcuların çokça rağbet ettiği Sunflower Barı’nın varlığını tehdit ediyordu. Barı kurtarmak için binlerce imza toplandı ve sonuçta bar hala açık fakat onu çevreleyen bölgenin büyük kısmı tartışılan kalkınma projelerinin önünü açmak amacıyla spekülatif bir yıkıma uğradı.[2] Dahası, yıllardır sosyal konutların artırılması çağrılarının yapıldığı bir bölgede[3] pahalı özel öğrenci yurtları inşa edilmesinin meşruiyeti bölge sakinleri tarafından sorgulanmakta. Gelin görün ki yapılı çevrenin kapitalizm koşulları içerisinde dönüştürülmesi süreci olarak mutenalaştırmanın mantığında bu tip beklentilerin kıymeti harbiyesi yoktur. Bu noktada, Neil Smith’in “rant açığı” (rent gap) kavramı bize yardımcı olabilir. Bölgenin sunduklarının şehrin orta sınıflarından artan biçimde rağbet görmesi ve buraların önümüzdeki birkaç yılda öğrenci hareketliliğinin merkezi haline gelecek olması bölgenin gerçek değeriyle potansiyel toprak rantı arasında bir açıklık oluşturmakta. Nitekim bu açık, süregiden toplumsal değişimi yakalamak üzere bölgeye uygulanacak sert fiziki müdahaleler yordamıyla doldurulacaktır.[4]
Bölgedeki en yakın tarihli yeniden yapılanma tasarısı muhaliflerin Save CQ (Cathedral Quarter’ı Kurtar) adıyla bir kampanya başlatmalarını tetikledi. Castlebrooke isimli yatırım şirketi, eskiden Royal Exchange olarak bilinen bölgede daha fazla ofis binası, konut alanları ve iki de büyük otel inşa etmek istiyor. Save CQ aktivistleri, geniş bir alanda gerçekleştirilecek yıkımların bölgenin belirgin tarihî niteliğine zarar vereceği ve burayı “bağımsız mağaza ve sanat atölyeleri yerine birbirinin aynı dükkânlar ve ofislerle” dolduracağı gerekçesiyle bu planlara karşı duruyorlar. Pek çok mutenalaştırma örneğinde gözlemlendiği üzere müteahhitler zengin müşterileri çekmek için bölgenin kültürel ve sanatsal kimliğini pazarlarlar; hal böyleyken söz konusu yerel kültürü var eden koşullar tam da mutenalaştırmanın mantığı tarafından eş zamanlı olarak tahrip edilir. Yakın zamanlarda bir viral pazarlama kampanyası girişiminin de gösterdiği üzere bizim örneğimiz için de geçerli bu durum. Geçtiğimiz haftalarda Cathedral Quarter’ın kalbinde, Denegall, Waring ve North Caddelerinin kesişimindeki bina cepheleri, üzerinde TBC harflerinin yer aldığı üçgen şeklindeki siyah çıkarmalarla kaplanmıştı. Bu çıkartmalar hakikaten de adeta bir virüs gibi yayıldı – çok geçmeden yüzlerce duvarı sarmış, hatta sosyal medyada önlerinden geçenlere bunları sökmeleri için çağrılar yapılmasına yol açmıştı. Belki de yeni bir sanat veya müzik mekanı açılacaktı da bu çıkartmalarla (ve görenleri yönlendirdiği Instagram sayfasıyla) gerilla pazarlama kampanyalarınınkine benzer bir estetik yakalanmaya çalışılıyordu. Ancak mahalledeki aktivistlerin olayı deşmeleriyle durumun böyle olmadığı açığa çıktı. Sloganla bağlantılı olan web sayfası Londra merkezli Stepladder isimli bir iletişim şirketinin adına kayıtlıydı; şirket ayrıca bölgedeki sokak sanatını ve Belfast Kültür Gecesi etkinliğini görüntülemeleri için burada yaşayan fotoğrafçılarla da anlaşmıştı. Sonrasında stilize edilmiş bu siyah beyaz fotoğraflar TBC Instagram hesabına yüklendi. Bu bölgede film yapım işiyle uğraşanlar da Castlebrooke şirketinin “Belfast’ın yaratıcı ortamını” yansıtan tanıtım videoları çekmek üzere kendileriyle temas kurduğunu doğruladılar. Aralarında doğrudan bir bağ kurulamamış olmasına rağmen, muhtelif odakların tüketicilere çekici gelebilecek sanatsal bir Cathedral Quarter imajı kullanmakta birbiriyle uyumlu şekilde çalıştıkları aşikar. Oysaki gerek sanat gerekse de sanatçıların kendileri kaynak bulamamaktan muzdarip ve bu tür kalkınma projelerinin kaçınılmaz olarak doğurduğu kira artışıyla cebelleşmekteler.
Adam Turkington isimli bir aktivist, blogunda sürekli olarak söz konusu şirketlerin ve yönteticilerinin Londra merkezli olduklarını, Belfast’a yabancı olduklarını vurguluyor. Kanımca bu konularda son derece dikkatli olmak gerekiyor. Hiç şüphe yok ki bu projelerin arkasındaki yöneticiler Belfast’ta kayda değer bir vakit geçirmemiştir ve tek amaçları şirketlerinin karları için şehrin imajını idealize ederek temellük etmektir. Ancak dönen dolapları dar görüşlü bir anlatıya sıkıştırarak tarif etmek sorunludur ve aktivistlerin bu tehlikeye dikkat göstermeleri gerekir. Vurguncular tarafından mutenalaştırma projeleriyle delik deşik edilen bir bölgede nasıl tutunulacağını iyi bilen birileri varsa o da Londra’da yaşayan bu kimselerdir. Her ne kadar kampanyaya destek veren gruplar ve onların müteahhitlerle yaşadıkları çatışmalar medyada yerel hadiseler kabilinden yer buluyorsa da genel şablona bakıldığında bu tip planların uygulanma biçimleri arasında yeterince benzerlik mevcut; bu da demek oluyor ki ülkenin (hatta yerkürenin) dört bir yanındaki aktivistlerin birbirlerinin mücadelelerinden öğrenebilecekleri var. Aslına bakılırsa Smith’in de öne sürdüğü gibi mutenalaştırma olgusunu, hem yerel konut piyasalarını çözümlemek hem de ulusal ve dahi küresel düzeydeki eşitsiz gelişmeyi kavramak suretiyle anlamak icap eder.[5] Bu yüzden dayanışma ağları örmek bir mecburiyet. Ek olarak, ülkenin farklı şehirlerinde yürüyen mutenalaştırma projeleri arasındaki bağlantıları didiklemek önemli. Londra gibi şehirlerde hayat, milyonlarca sıradan insan için yaşanamayacak denli pahalılaşırken Belfast gibi bölgesel şehirleri ucuz birer alternatif olarak sunma çabaları öne çıkıyor. Londra’daki spekülatif kalkınma projeleri ve lüks emlak piyasası -uluslararası yatırımcılara satılan bu mülkler boş kaldıkça değerleniyor ve şehirdeki işçiler için ucuz konut bulmayı daha da zorlaştırıyor- Belfast’ta tanık olduğumuz türden değişimleri doğurmakta, yani şehir ‘modernleştirilerek’ başkentte rahat bir yaşam sürmeye gücü yetmeyenlere hitap eder hale getirilmekte. Dahası sorun küresel ve ulusal eşitsiz ve bileşik gelişme bağlamında yalnızca insanların değil bizzat sermayenin de “pazardan sürülmesi” ve sömürebileceği başka rant açıkları aramaya ihtiyaç duymasıyla ilişkilidir.
Belfast’ın onu Birleşik Krallık ana karasındaki öteki şehirlerden ayıran özgül tarihi düşünüldüğünde önümüzdeki bu özel örneğin kendine mahsus veçhelerini de incelemek önem taşıyor şüphesiz. Esasında bu yazının amacı da Kuzey İrlanda Sorunu ve müteakip barışı tesis etme çabalarının, mutenalaştırma tasarılarının kamuoyuna sunulma biçimlerini nasıl şekillendirdiğini, şiddet ve ayrışma mirasının bu tasarıların doğurduğu zorlukları nasıl katmerlediğini dile getirmek. Kendisi de Belfast’ta yaşayan Marksist tarihçi Brian Kelly’nin de açık bir şekilde ifade ettiği gibi, 1998 yılında imzalanan Hayırlı Cuma Anlaşması’na (Good Friday Agreement / Comhaontú Aoine an Chéasta or Comhaontú Bhéal Feirste) bir “barış temettüsü,” yani barışı tesis etmenin bir sonucu ve ödülü olarak Kuzey İrlanda’nın kavuşacağı yatırımlar ve kalkınma vaadi eşlik etmekteydi. Kelly, kentin kalkınması bahsinde pahalı turistik cazibe merkezlerine yapılan vurguya yönelik bir eleştirisinde, bu durumun Kuzey İrlanda barış sürecini neoliberal çatışma dönüştürme modellerinin veciz bir örneği kıldığını öne sürer.[6] Kalkınmanın barışın tam da merkezine yerleştirilmesi bu projelerin nasıl yürütüldüğü konusunda eleştirellikten uzak değerlendirmelere yol açmaktadır. Birbiri ardına açılan yeni mağazalar, üst sınıflara hitap eden restoran ve kafeler, şimdilerde de lüks konut blokları ve oteller, Royal Avenue’nün her iki ucuna polis arama noktalarının kurulduğu yıllardan bu zamana “ne kadar mesafe kaydettiğimizin” bir göstergesi olarak sunuluyor. 2012’deki kraliyet yanlılarının katıldığı bayrak protestoları[7] sonrası başlayan Backin’ Belfast (Belfast’ı Savunmak) kampanyası, mezhepçi bölünmelerin çaresi olarak orta sınıf tüketimciliğini gören bu anlatıya verilebilecek en güzel örnektir. Belediye meclisi tarafından kurgulanan ve yerel esnafın destek verdiği kampanya, protestoların neden olduğu karışıklığın ardından insanları yeniden alışveriş yapmaya özendirmeyi amaçlamaktaydı. Eleştirel olmayan bu tür beklentilerin izlerini barış sürecinin ta başlarına kadar süren Greg McLaughlin and Stephen Baker, Bill Clinton’ın “Kuzey İrlanda ekonomisine 100 milyon pounddan fazla kaynak akıtılacağı” sözü verdiğini ya da Hayırlı Cuma Anlaşmasının oylanacağı referanduma giden günlerde Virgin Grubu’nun sahibi Richard Branson’un Belfast’ı ziyaret ettiğini yazan haberlerden bahsederler.[8] Nitekim, 2007’de İan Paisley ve Martin McGuinness’in Başbakan ve Başbakan Yardımcısı olarak ilk kez kamuoyu karşısında arz-ı endam ettikleri günün, şehrin eteklerinde kurulan IKEA mağazasının açılışına rastlamış olması da önemsiz bir ayrıntı olarak görülemez.
Yakın tarihte benim de oturum başkanlığını üstlendiğim, barış sürecini Kuzey İrlanda’nın uluslararası sermayenin yörüngesine sokulmasının bir temsili biçiminde tarif eden Baker ve bir başka akademisyen Sean Brennan’ın katılımıyla gerçekleşen bir tartışma, neoliberal barış modelinin çerçevesini ayrıntılandırmak konusunda yol göstericiydi. Burada yeniden Smith’in yukarıda kısaca tartıştığımız “rant açığı” kavramına dönmek faydalı olacaktır. Kuzey İrlanda’daki on yıllara yayılan çatışma ortamı Belfast gibi şehir merkezlerinin çöküntüye uğramasını beraberinde getirdi. Bu da Hayırlı Cuma Anlaşmasını takip eden yirmi yılda barışın tesisiyle Belfast’ın önemli ölçüde kentsel dönüşüme ve burjuvalaşmaya açılmasıyla birlikte kayda değer “rant açıkları”nın oluştuğu anlamına gelir. Smith mutenalaştırmanın yarattığı bir “çıkmaz”dan bahseder. O da şudur: Tarihsel olarak yatırımlardan mahrum kalmış (ki rant açığını yaratan bizatihi bu mahrumiyettir) alanlarda yaşayanlara, yapılacak yeni yatırımların bedeli olarak yerinden edilme ve toplumsal temizlik dayatılmaktadır.[9] Bu noktayı akılda tutmak gerekir. Kuzey İrlanda için, Kuzey İrlanda Sorunu sona erdiği vakitler ortaya çıkan şehrin normalleştirilmesi talebi doğal olduğu kadar makuldü de. Ancak söz konusu yatırım modelinin bir bedeli vardı; lüks konut ve otellerin, pahalı restoran ve mağazaların çok fazla öne çıkarılmasıyla sosyal konut ihtiyacının aciliyeti geri planda kaldı ve bu durum şehirdeki sınıfsal bölünmeyi derinleştirdi. Bu tür kalkınma projelerinin barış sürecine iliştirilmesi tüm bunların ilerleme adı altında kabul görmesi ve pazarlanması anlamına geliyordu.
Bu analiz bir süreden beri akademik ve aktivist çevrelerde geliştirilmektedir. Ancak şirketlerin önayak olduğu “modernleşme”nin Kuzey İrlanda Sorunu’ndan çıkış konusundaki yetersizliği giderek görünür hale geliyor. Backin’ Belfast gibi kampanyalarda ve bayrak protestolarına genelde verilen tepkilerde mezhepçi bölünme işçi sınıfına has bir olgu şeklinde kodlanmakta. Dolayısıyla pahalı kalkınma projeleri ve lüks mekanlar, ortaklaşabileceğimiz bir çatışma sonrası toplumunun habercileri olarak resmedilirken barış süreci de ısrarla burjuvazinin girişimi şeklinde nitelenebilmekte. Hakikaten de şehirli orta sınıflarda, kendilerinin mezhepçi entrikalar peşinde koşan yerel politikacılardan ve onları destekleyen alt sınıfların oluşturduğu cahil cühela kitleden ayrı, daha yukarıda bir yerde durdukları yönünde bir hissiyat hakim. Mutenalaştırmanın zaten bariz şekilde bir azınlığa ayrıcalık tanıyan (ve doğası itibariyle dışlayıcı) boyutlarına bir de yerleşikleşen bu hissiyatın eklenmesi, şehrin varlıklı tüketiciler için bir oyun sahasına dönüşmesi, işçi sınıfınınsa mezhebî sınırlarla bölünmüş gettolara sıkışması tehlikesini doğuruyor. Bölgedeki istihdam yaratma çabalarının odağında, sayıları giderek artan ve ağırlıklı olarak Invest NI (Kuzey İrlanda Yatırım Ajansı) kredileriyle teşvik edilen, fakat düşük ücretle güvensiz ve ağır çalışma koşulları sunan çağrı merkezleri yer alıyor. 2017 başlarındaki çöküşüne değin Kuzey İrlanda Meclisince büyük bir kararlılıkla benimsenen neoliberal büyüme modelinin bir diğer boyutu da budur. Her ne kadar Sinn Féin (Biz Kendimiz) ve DUP (Demokratik Birlik Partisi) arasındaki mezhep ayrılığına dayalı kısasa kısas tavır sürüyorduysa da onları birleştiren bir ortak noktaları vardı: her iki partinin de bölgedeki kurumlar vergisi oranlarını aşağı çekmekteki isteklilikleri.
Belfast’taki mutenalaştırma gündeminin şehrin sosyal konutlar için bekleme listesinde yer alan sakinleri üzerinde ciddi olumsuz etkileri oldu. Yukarıda da değindiğim gibi Ulster Üniversitesi çevresindeki kalkınma projeleri sosyal konut için ayrılan mekana el konulduğu gerekçesiyle dirençle karşılaşmıştı. Geçtiğimiz aylarda Gassworks bölgesinde daha önce sosyal konutlara ayrılmış bir arsanın Belfast Belediye Meclisi tarafından iş merkezi ve bir otelin ek binalarının yapımı için tahsis edilmesi üzerine benzer bir senaryoyla yüz yüze gelindi. Tüm bunlar olurken, kriz içerisindekilerin çoğaldığını, sokaklarda evsiz ve çaresiz çok sayıda insanın bulunduğunu şehir merkezinde şöyle bir yürüyen herkes fark edecektir. Dawn Foster Kuzey İrlanda’daki sosyal konut krizininin mezhep ayrımlarına dayalı doğasını ayrıntılı biçimde anlatıyor; konut bulabilmek için Katolikler Protestanlara göre ortalama altı ay daha fazla beklemek zorunda ve genelde bekleme süreleri her iki taraf için de artmış durumda. Toplulukların karışık olarak yaşadıkları konut projeleri de yakın zamanda sorunlarla karşılaşır oldu; Belfast’ın doğusundaki Cantrell Close mahallesinde bazı Katolik aileler evlerini terk etmeye zorlandı. Polis makamları sorumlu olarak UVF’yi (Ulster Gönüllü Gücü) işaret etti. Genelde şehrin belirli bölgelerinde sınır çizgilerini belli etmek için aydınlatma direklerine asılan mezhepçi bayraklar biçiminde görülen korkutma taktiklerinin keskin yüzünü temsil ediyor bu hadiseler. Ne var ki, polis bayrakları kaldırmak konusunda pek istekli görünmüyor; öte yandan yönetememe haline bir de ana akım siyasal figürlerle paramiliter gruplar arasındaki mantık evliliği eklenince ortalıkta bu meseleyle baş etmeye dönük bir stratejinin olmadığı anlamı çıkıyor. İşçi sınıfı toplulukları geçmişte kalırken onların yarattığı boşluğu çoğunlukla örgütlü mezhepçi suç ağları doldurmakta.
Mutenalaştırma sürecinin nasıl gerçekleştiğine bakıldığında Belfast’la diğer şehirler arasında ilk bakışta herhangi bir fark yokmuş gibi görünüyor. Ancak şiddet ve çekişmeyle dolu bir geçmişin izleri ve bu geçmişin bakiyesi olan siyasal ve toplumsal bölünmüşlük, bu sürecin işçi sınıfı üzerindeki etkisini katlıyor; neoliberalizmin ötesine geçmek isteyenlerin önüne de çözülmesi zor bir sorun bırakıyor. Bölgede intiharın yaygınlığı (Hayırlı Cuma Anlaşmasından bu yana intihar sebebiyle ölenlerin sayısı çatışmalarda hayatını kaybedenlerin sayısını geçmiş durumda), toplumsal koşulların nasıl kötüleştiğine ve bir zihin sağlığı krizine işaret ediyor. Fakat görünen o ki yetkililerin bu sorunlarla nasıl baş edeceklerine dair bir kavrayışları mevcut değil. Kısacası bir yandan çatışmalı yılların travmasıyla baş etme mücadelesi veren, öte yandan sakinlerinin hayat koşullarını iyileştirmesi beklenen “barış temettüsü” vaatlerinin büyük oranda gerçeğe dönüşmediği bir şehirden bahsediyoruz. Yakın zamanda The Guardian’da David Capener’in de belirttiği gibi şehirdeki iktisadi eşitsizlik şiddetli biçimde arttı. Capener “Londra ve Aberdeen’i saymazsak Birleşik Krallık’ın herhangi bir yeriyle karşılatırıldığında Belfast’ta daha fazla milyoner bulunduğunu” kaydediyor. Bu milyonerlerin hemen yanı başlarındaysa Batı Avrupa’daki en yoksul topluluklardan bazıları yaşıyor. Neoliberal barış inşası modeli ve onunla birlikte yürüyen mutenalaştırma süreci, Belfast’a hipster modasına uygun yaldızlı bir görünüş kattı belki ama şehrin kimliğini geri döndürülemez biçimde değiştirme tehdidine rağmen bu bölünmüş toplumda yüzeyin altında yatan köklü toplumsal krizleri çözmek konusunda kılını kıpırdatmıyor. Aslına bakılırsa bu krizleri daha da derinleştiriyor.
Dipnotlar:
[1] Boşluk oranları, birkaç ay önceki bir raporda kaydedilen %0.5 lik düşüşe rağmen bölge genelinde %14 civarlarında.
http://www.newsletter.co.uk/news/business/shop-vacancies-at-their-lowest-rate-in-six-years-1-7818408
[2] Çatışma sonrası dönemde mutenalaştırmanın nasıl toplumu bir araya getirmenin bir aracı olarak görüldüğünü gözlemlemek adına imza kampanyasının başlatıcılarından Stuart Lunn’un ifadelerine kulak kesilmek ilginç olabilir. http://www.belfasttelegraph.co.uk/news/northern-ireland/save-the-sunflower-bar-petition-reaches-more-than-1500-signatures-in-less-than-24-hours-34249255.html
[3] Carrick Hill sosyal konut kampanyası hakkında daha geniş bir tartışma ve bölgedeki kalkınma projelerine dair genel bir inceleme için bkz. Andrew Grounds ve Brendan Murtagh, ‘The neoliberalisation of the Cathedral Quarter and its contestations,’ (QUB, 2015)
[4] Neil Smith, ‘Gentrification and the rent gap’, Annals of the Association of American Geographers, Cilt 77, Sayı 3, (1987) s. 462-463.
[5] Neil Smith, The New Urban Frontier: Gentrification and the Revanchist City, (Londra: Routledge, 1996), s. 72.
[6] Brian Kelly, ‘Neoliberal Belfast: Disaster ahead?’, Irish Marxist Review, Cilt 1, Sayı 2 (2012).
[7] Belfast Belediye Meclisi’nin, Birlik bayrağının belediye binasında, tıpkı Birleşik Krallık’ın geri kalanında olduğu gibi, yalnızca belirli günlerde dalgalandırılması yönündeki kararı üzerine kraliyet yanlıları sokaklara döküldüler. Bu durum şehirde birkaç gün süren bir infiale ve her Cumartesi belediye binası önünde gösteriler düzenlenmesine yol açtı. Fakat gün geçtikçe katılımcı sayısı azaldı. Bu vaka, Kuzey İrlanda siyasetinin özündeki iki yüzlülüğün iyi bir göstergesi oldu. Başlangıçta Sinn Féin, meclise Birlik bayrağının dalgalandırılmasının toptan iptal edilmesini öngören bir tasarı sunmuştu. Birlikçi partiler de tabii ki buna karşı koymuştu. Ancak merkezci İttifak Partisi bayrağın yalnızca belirli günlerde dalgalandırılması önerisini getirmiş ve bu meclisten geçmişti. Bu durum, DUP ve diğerleri tarafından istismar edilerek, İttifak Partisine yönelik protestolar düzenlenmesine, partinin ofisleri saldırıya uğrmasına, o zamanlar Doğu Belfast bölgesinin milletvekili olan Naomi Long’un ölüm tehditlerine maruz kalmasına neden oldu. 2010’daki seçimlerde DUP’nin o zamanki başkanı Peter Robinson’u mağlup etmiş olan Long, birlikçilerin şahsına ve partisine yönelik yıllar boyu sürdürdükleri mezhepçi saldırılar sonrası takip eden seçimde koltuğunu yarıştaki tek birlikçi aday olan DUP’li Gavin Robinson’a kaptırdı. Halbuki Belfast’ta bu infial yaratılırken DUP’nin hakim olduğu Lisburn Meclisi yaklaşık on yıldır bayrağı zaten yalnızca belirli günlerde dalgalandırmaktaydı.
[8] Greg McLaughlin ve Stephen Baker, ‘The media, the peace dividend and ‘bread and butter’ politics’, Political Quarterly, Cilt 83, Sayı 2, (2012) s. 292.
[9] Smith, The New Urban Frontier, s. 161.
Kaynak: New Socialist