Oxfam tarafından geliştirilen ve Güvenli ve Adil Yerler konsepti adı verilen yaklaşım, çevreye en az zarar vererek asgari sosyal ihtiyaçların karşılanabilmesi konusuna odaklanıyor. Bu konsept, Dünya’nın kısıtlı biyofiziksel kaynaklarını göz önüne alıyor ve sınırsız büyümeyi hedefleyen ekonomi yaklaşımına karşı çıkıyor. Bu çerçevede, sürdürülebilir (olmayan) uygulamaları takip etmek, toplumsal eksiklikler ve ekolojik limit aşımlarını gözlemlemek mümkün.
Daha önceki çalışmalar hiçbir ülkenin sürdürülebilirlik hedeflerini sağlayamadığını gösteriyordu. Geçtiğimiz aylarda yayımlanan çalışma ise geçmişten bugüne ülkelerin nasıl sürdürülebilir ve sosyal gelişim gösterdiklerine baktı ve gelecekteki gelişimlerini tahmin etti.
Güvenli ve Adil Yerler çerçevesinde, 11 toplumsal (örn., hayat memnuniyeti, istihdam) ve 6 biyofiziksel (örn., karbon salımı, ekolojik ayak izi) değişkene bakıldı. Sonuçlara göre, küresel olarak 11 toplumsal hedeften 8’i başarılamadı, öbür yandan 6 biyofiziksel hedefin 5’inde de gerileme kaydedildi. Daha yerel kapsamda, ülkelerin ¼’ü toplumsal hedeflerin yarısını karşılayamazken biyofiziksel hedeflerin yarısında belirlenen limitleri aştı. Genellikle, toplumsal konularda başarılı ülkelerin sürdürülebilirlikten uzak bulundukları ve sürdürülebilir ülkelerin de ciddi toplumsal zaafları bulunduğu gözlemlendi.
Toplumsal gelişmeye kıyasla ekolojik limit aşımı ise hızla artıyor. Sadece iki ülke, Özbekistan ve Trinidad & Tobago, toplumsal ve çevresel kapsamda güvenli ve adil bir yer olmaya yönelik adımlar atmış gözüküyor. Araştırmacılar, eğer şu ana kadar olan tarihsel eğilimler devam ederse, 2050 yılında nitrojen kullanımı, arazi kullanım değişikleri ve ekolojik ayak izi limitlerini aşan ülke sayısının %10 ile %27 arasında ve karbon salımını aşan ülke sayısının da %40 artmasını bekliyor. Bunun yanı sıra, çalışmaya göre, ülkelerin %72’sinin dört toplumsal hedefi (hayat memnuniyeti, sosyal destek, demokrasi ve eşitlik) sağlayamayacağı gözüküyor.
Öte yandan pek çok toplumun doğayla uyumlu olarak refaha ulaşmaya yönelik gelenekleri bulunuyor. Örneğin, kadim Çin felsefesindeki tianren heyi kavramı insanın doğa bütünlüğünü ele alır. Fakat, günümüze gelindiğinde, yapılan tüm sürdürülebilirlik eğitimleri ve uygulamalarına rağmen bu geleneklerden ne kadar uzaklaşıyor olduğumuzu görebiliriz. Çevre krizinin yaygınlığı düşünüldüğünde sorunun bütüncül ele alınması gerektiği anlaşılmaktadır ve bunun için tüm küresel, ulusal ve bölgesel aktörlere büyük sorumluluklar düşmektedir. Bu yüzden, karbon salımının en yüksek olduğu yerleşimler olan şehirlerin, artacağı tahmin edilen biyofiziksel kullanımın önüne geçmek için geliştireceği politikalar son derece önemli.
Kaynak: nature.com