You are here

Pandemiler aynı zamanda bir kentsel planlama sorunudur

COVID-19 şehirlerin tasarım şeklini değiştirecek mi? Melbourne Üniversitesi Tasarım Okulu’nda küresel kentsel politika profesörü Michele Acuto’ya göre kentsel tasarım ve halk sağlığının kesişimi giderek daha kritik bir hal alıyor. Michele Acuto ile yoğunluk, kentleşme ve pandemi üzerine yapılan bu röportaj geçtiğimiz günlerde CityLab’de yayınlandı.

Ian Klaus, 6 Mart 2020, CityLab (Türkçesi: Özge Güneş Gürsel)

Hastalık kentleri şekillendirir. Mesela, Londra Büyükşehir İş Kurulu ve 19. yüzyıl ortası sanitasyon* sistemleri gibi kentsel planlama ve yönetimdeki en simgesel gelişmelerden bazıları, kolera salgınları gibi halk sağlığı krizlerine yanıt olarak gelişmiştir. 1918’de New York ve Mexico City’de yaşanan İspanyol Gribi ya da 2014’te Batı Afrika’da yaşanan Ebola Virüsü gibi, şimdi de COVID-19 kentsel alanlarda kalıcı izler bırakan bu bulaşıcı hastalıklar listesine katılıyor.

Korona virüsü haberlerinin çoğu, böylesi bir durumla sanki ilk kez karşılaşılıyormuşuz gibi hissettiriyor. Aynı şekilde kentsel alanlar ile malların ve insanların küresel hareketi de sanki ilk kez pandemi tehdidiyle karşılaşmış gibi. Ancak biliyoruz ki şehirlerin hikâyeleri her zaman bulaşıcı hastalık hikâyeleri de olmuştur.

Kentsel veya tıbbi konular üzerine konuştuğunuz herkes bunun yeni olmadığını söyler. Vebadan, SARS ve Ebola’ya kadar birçok epi ve pandemi arasında paralellik kurulabilir. Ancak burada dikkat etmemiz gereken şey, kanıt olmadan çok fazla paralellik veya acele sonuç çıkarmaktır. Öyle ki COVID-19, ölüm oranı % 60 olan Ebola veya % 30 olan SARS ve MERS kadar ölümcül değildir.

Ancak her ne kadar ölüm riski daha düşükse de [COVID-19’un] bulaşması çok daha yüksektir ve bu da küresel olarak onu başa çıkılması zor bir hale getirir. Bilindiği gibi, karantinalar yalnızca tüm tehlikeli vakaları tanımlayabildiğiniz sürece işe yarar, ne var ki COVID-19’un belirtileri ve gecikmeli başlangıcı ile bunu kolayca tespit edemezsiniz. Böyleyken, 500 milyonu etkileyen ve 50 milyona kadar kişiyi öldüren 1918 İspanyol Gribi salgınına çok benzer.  Sorun ise bunu önlemeye hazır olup olmadığımızdır.

Geriye dönüp bakıp, kentleşme ve bulaşıcı hastalıkların ilişkisini düşünürken bir şey mi kaçırdık? Yanlış yerlere mi bakıyorduk?

Evet, bir dereceye kadar. Belki de küresel kentlere karşı biraz fazla peşin hükümlüyüz. COVID-19, aslında kent çevresiyle ve kır-kent bağlantısıyla, yani küresel haritada bulunmayan yerlerle ilgili bir hikâyedir. Roger Keil, Creighton Connolly ve Harris Ali kısa süre önce bu banliyö konusu üzerine tartışma yürüttüler. Orada, Wuhan’ın eteklerindeki bir araba [parça] fabrikasından Almanya’ya yayılmanın nasıl başladığını anlatıyorlar. Bir kişi Wuhan’dan Almanya’ya eğitim konusunda yardımcı olmak için seyahat ediyor. Bu, çeper kent Wuhan’dan, yarı-banliyö Bavyera’ya uzanan bir hikâyedir. Kuşkusuz, havaalanlarında bazı küresel bağlantılara sahipsiniz, ancak bunun çok daha karmaşık bir kentsel sistem olduğunu söyleyebiliriz.

Bu önemli bir nokta. Büyük şehirlere ve küresel tedarik zincirlerine bakarak bir salgınımız olduğunu söylemek elbette kolay. Küreselleşme böyle işliyor ama siz küresel olmayan şehirler, üçüncül şehirler ve kent çeperleri hakkında farklı bir şey söylüyorsunuz.

Evet, aslında mesele çok daha geniş bir kentsel alanla ilgili. Bu, Washington eyaletinin [COVID-19’un ilk olarak Snohomish İlçesinde ortaya çıktığı yer] veya hala büyük ölçüde banliyö olan İtalya’nın hikâyesidir.

Kentleşme tarihinin bir kısmı, 19. yüzyılın ortalarında kolera salgınları gibi bulaşıcı hastalıklardan kurtulmanın yollarını inşa etmenin ve yönetmenin de tarihi aslında. Richard Sennett‘in, Joseph Bazalgette ve meslektaşlarının Londra için nasıl reaksiyon geliştirdiği hakkındaki yorumu şöyleydi: “Tam anlamıyla bilimi uygulamıyorlardı. Belirli durumlar için yerleşik ilkeleri uygulamadılar, en iyi uygulamaları dikte eden genel politikaları da yoktu.” Zamanla deneyimlediler ve öğrendiler diyor ayrıca. Bu bağlamda, küreselden üçüncül şehirlere kadar salgınları yönetmeye yönelik tasarım yaklaşımını nasıl değerlendiriyorsunuz?

COVID-19’dan ders almak için biraz erken, ama muhtemelen yoğunlaşmanın riskine karşı değeri üzerinde büyük bir tartışma olacak. Yoğunlaşma burada sorun oluşturmaktadır. COVID-19, kentleşme yönetimine temel bir zorluk getiriyor. Misal, Hong Kong’da kilometrekare başına 17.311 kişi var. Bu anlamıyla, yoğunluk yönetimini yeniden düşünmek, pandemi dünyasında uzun süreli hayatta kalma için bir anahtar rolündedir.

Bu bir yandan temel hizmetlerin yerelleştirilmesini düşünmek anlamına da geliyor. Singapur, SARS sırasında ana hastanelerini kapatmak zorunda kaldı. İtalya gibi birçok ülke kapı kapı test yapmayı düşünüyor. Sadece 5 milyon sakini olan Melbourne’da kapı kapı test yapmayı nasıl düşünebiliriz; ve de 10 milyondan fazla sakini olan Şangay ve Londra gibi devlerde?

İşte zor bir soru. Verimliliğe ve harekete değer veren Le Corbusier bile, insanların yollarının kesişmesinin değerini anlıyordu. Bu, kentlere enerjilerini verir ve kozmopolitliği sağlar. Merkezi olmayan şehrin (mesela köykentlerden oluşacak Londra’nın ya da Belediye Başkanı Hidalgo’nun 15 dakika yürüme mesafeli Paris vaadinin), buna vereceğimiz yanıtın kent biçimli bir tezahürü olacağını düşünüyor musunuz?

Bunu düşünmenin bir yolu şudur. SARS, bazı insanların, kentleri ve onların bağlantılarını temel bir faktör olarak düşünmesine neden oldu. Ebola’ya bakacak olursak, o da insanların Küresel Kuzey ve Güney’deki şehirlerin birlikteliğini düşünmelerini sağladı ve kentleri güvenlik çemberine almanın imkansızlığını gözler önüne serdi. Şehir [belirli] bir şey değildir: O şekilsiz bir damla gibidir.

Bugüne gelelim, Küresel Kuzey – Küresel Güney düşüncesinin ötesine geçtik. Codogno [İtalyan köyü] ve Wuhan’ın etekleri arasındaki bağlantı göz önüne alındığında, bu çok büyük bir sistem oluyor. Umarım bu durum bizi bazı temel ilkeler hakkında düşünmeye iter.

İnandırıcı ve yeni kentsel veri toplama metotlarına ihtiyacımız var. Bir profesyonelin şu anda muhtemelen bakabileceği en iyi şey, Johns Hopkins’in CSSE veri toplama platformudur [Center for Systems Science and Engineering – Şu an dünya genelindeki anlık Covid-19 verilerinin takip edildiği platform]. Orada, WHO (World Health Organization), NHS (National Health Service), vb. veri kaynakları bir araya getiriliyor. Birçok hükümetin “resmi” rakamları gecikmeli olarak açıklanmaktadır, bu nedenle farklı bilgi kaynaklarını toplayarak daha iyi bilgiye ulaşılabilir.

Fakat bu aynı zamanda mevcut dijital devrimi ve onun farklı meşruiyet düzeylerine sahip olması zorluğunu da beraberinde getiriyor. Bu Çin’de değil de Hindistan gibi çok güçlü gayri resmi yerleşimlere sahip bir yerde olsaydı, bilgi toplanmasını desteklemek için en iyi veri kaynağı olarak yerel harita ve toplulukları kullanan Slum Dwellers International gibi bir şeyi tartışıyor olurdunuz. Orada, farklı kentsel bilgi türlerinin meşruiyeti ve bu bilgi için doğru kaynağın kimlerden oluşturulduğunu yeniden düşünmek gerektiği hakkında bir şeyler bulursunuz.

Söz konusu bilgilerden hareketle, kentsel yapılı çevrenin gelişiminde su ve atık yönetiminin kentin yeniden üretimine katkısını biliyoruz. Burada, radikal bir dönüşümün gerçekleşeceği bir alan öngörebilir misiniz?

Bu değişiklikleri, iklim değişikliği ve sürdürülebilirlik bağlamında da değerlendireceğimizi unutmamalıyız. Kenti yoğunlaştırmak yerine yayarsanız, toplu taşıma araçlarını da çok daha koordineli hale getirmeniz gerekecektir. Değişmesi gereken -hizmetlerin yerelleştirilmesi, arzın daha iyi yönetilmesi, gıda dağıtımında daha küçük ağların kurulması gibi- uygulamada değiştirilecek olandan farklıdır. Piyasa güçleri, kamu sağlığı ve toplu taşımacılıkta açık bir şekilde işsizliğe sebep olacağını bilerek, yaptığımız şeyleri neyin pazarlanabilir ve ekonomik açıdan karlı olduğu yönünde mi kontrol edecek?

Konuşulduğunu en az duyduğum şey ise tarihi paralelliklerimizin çoğunda var olmayan dijital karşılıktır. Ebola sırasında bu olgu biraz vardı, ancak şimdikiyle aynı boyutta değildi. Bugün, Tencent ve AliBaba gibi büyük servisler mahallenizde kimin hasta olduğunu söyleyebilir ve insanlar dijital altyapıya dayalı olarak günlük kararlar alabilirler.

Modern planlama ve inşaat mühendisliği, sıtma ve koleraların kentlerde yayılmasına yanıt olarak 19. yüzyılın ortalarındaki sanitasyonun gelişiminden doğmuştu; şimdiyse dijital altyapı zamanımızın sanitasyonu olabilir.

Kaynak: CityLab

Haber fotoğrafı: SeongJoon Cho / Bloomberg

*Sanitasyon: Hijyenik ve sağlıklı koşulların oluşturulması ve korunması çerçevesinde alınan tüm önlemler.

Top