Kuraklığı iklim değişikliğine bağlamanın kolaycılık olduğunu belirten Prof. Doğanay Tolunay “Yanlış kentleşme politikaları bilinçsiz sulama gibi uygulamalar toplumların kırılganlığını artırır” dedi.
Evrensel, 03.01.2020, Özer Akdemir
Başta İstanbul ve İzmir olmak üzere büyük kentlerin içme suyu barajlarının su seviyeleri oldukça azaldı. Bu durumu sadece iklim değişikliğine bağlamanın kolaycılık olduğunu belirten İstanbul Cerrahpaşa Üniversitesi Orman Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Doğanay Tolunay “Çünkü kuraklık meteorolojik bir afettir ama yanlış kentleşme politikaları, yanlış ve amaç dışı arazi kullanımları, ormanların tahrip edilmesi, meralardaki aşırı otlatma, bilinçsiz tarımsal sulama gibi uygulamalar toplumların ve ekosistemlerin kırılganlığını artırır” diyor. İşte Tolunay’ın söyledikleri…
Beklenen yağmurlar bir türlü yağmıyor. Uzmanlar Türkiye’nin kuraklık içerisinde olduğunu söylüyorlar. Siz de mi aynı görüştesiniz? İklim krizinin yaşadığımız kuraklıktaki etkileri nedir?
Ülkemizde son 6 aydır yaşanan şiddetli kuraklık iklim değişikliğiyle yakından ilgili. Başta İstanbul ve İzmir olmak üzere büyük kentlerin içme suyu barajlarının su seviyeleri oldukça azaldı. Ancak bu durumu sadece iklim değişikliğine bağlamak kolaycılık olur. Çünkü kuraklık meteorolojik bir afettir ama yanlış kentleşme politikaları, yanlış ve amaç dışı arazi kullanımları, ormanların tahrip edilmesi, meralardaki aşırı otlatma, bilinçsiz tarımsal sulama gibi uygulamalar toplumların ve ekosistemlerin kırılganlığını artırır. Örneğin Melen Nehri üzerine yapılacak olan barajın İstanbul’un su ihtiyacını 2050’lere hatta 2070’lere kadar karşılayacağı ifade ediliyor. Ama bu değerlendirme yapılırken İstanbul’un gelecekteki nüfusunun ne olacağı, günümüzde kayıp suyla beraber 190 litre kadar olan kişi başına günlük su tüketiminin kaç litreye çıkacağı ve iklim krizinin etkisinin ne olacağı hiç dikkate alınmıyor. İklim krizine bağlı olarak gelecekte yağışların düzensizleşmesi, bahar ve yaz yağışlarının azalması, yıllık toplam yağışlarda yüzde 30-40 kadar düşüşler, kar yağışlarının görülmemesi ve buharlaşmanın da artması bekleniyor. İstanbul örneğinden gidilecek olursa buharlaşma kayıplarıyla birlikte su kaynakları yüzde 40 kadar daralabilecektir. Başka bir ifadeyle Melen Barajı yapılsa da İstanbul’a su yetmeyecektir. Buna rağmen Sazlıdere Barajını yok edecek, Terkos Gölü’nün su havzasını daraltacak ve İstanbul’un nüfusunu artıracak Kanal İstanbul Projesi ülkemizde bütüncül bir iklim, su ve arazi politikamızın olmadığını gösteriyor.
Sizin alanınızdan meseleye bakacak olursak; ormancılık politikamızın kuraklıktaki etkilerini nasıl değerlendiriyorsunuz?
Ormanlar suyun toprağa sızmasını sağlayarak yüzeysel akışı, dolayısıyla erozyon, sel ve taşkınları önler, böylece hem yer altı sularını hem de dereler, göller gibi yüzey sularının beslenmesini sağlar. Ormanlar su verimini ve kalitesini arttıran en önemli doğal varlıklarımızdır. Ancak 700 bin hektarı bulan orman alanlarındaki madencilik, enerji ve diğer izinlerle ormanlarımız paramparça oldu. Aynı zamanda son yıllarda odun ham maddesi üretimi oldukça arttırıldı. Bütün bu uygulamaların sel ve taşkınlara neden olduğunu, dereler ve göllerdeki su seviyelerinin azalmasında etkili olduğunu söylemek yanlış olmaz. Tarımsal uygulamaların da kuraklığın etkilerini şiddetlendirdiğini eklemek isterim. Ülkemizdeki kullanılabilir suyun yüzde 70’i ile sulama yapıyoruz. Yöreye uygun ürünler yetiştirmiyor, tam tersine yarı kurak bölgelerde çok su tüketen ürünler yetiştiriyoruz. Konya’da şeker pancarı, Güneydoğu Anadolu’da mısır yetiştirilmesini buna örnek verebiliriz. Son olarak ama su tüketimi fazla olan, hatta yer altı sularını kullanılacak kömürlü termik santrallerde ısrar edilmesi de enerji politikalarımızda çok boyutlu bir planlama yapılmadığını göstermekte. Buna madencilik politikamız da eklenebilir. Çünkü özellikle altın gibi 4. grup madenlerin üretilmesinde çok yoğun su tüketilmekte.
Türkiye’nin son yıllarda izlediği su varlıkları konusundaki politikalar ile içinde bulunduğumuz nesnel gerçekliğe baktığımızda nasıl bir tablo var karşımızda?
Ülkemizde son yıllarda kuraklıkla mücadele için binlerce gölet yapıldı. Ancak bu göletlerin çoğu derelerden akan suların azalmasına, göletten yararlanamayan köylülerin susuz kalmasına neden olduğunu söyleyebilirim. Dereler üzerinde yapılan HES’lerin de suyu depolamaları nedeniyle daha aşağıdaki köylülerin ve derelerdeki canlıların, dere kenarlarındaki bitkilerin suyuna ortak oldukları ve susuzluğa yol açtıkları da biliniyor. Yukarıda da söylediğim gibi iklim krizinin neden olduğu afetlerden sadece birisi olan kuraklığı aşmak için oluşturulacak su yönetimi bütüncül bir yaklaşım gerekmektedir. Arazi kullanım planlaması, kentleşme, tarım ve ormancılık, enerji ve madenciliği birlikte ele almazsak sadece kuraklık değil, seller, orman yangınları gibi çok daha fazla afet ile yüz yüze kalırız.