Kentsel Politika Planlaması ve Yerel Yönetimler Uzmanı Dr. Ceren Gamze Yaşar ile İstanbul’a kurulması planlanan uydu kentleri konuştuk. Yaşar, “Yeni yerler yaparak sorunlarından kaçamaz İstanbul. Bu sorunla, bu yerleşim alanı içinde yüzleşmeliyiz önce, tek tek elimizde ne var, ne kadarı sağlam, ne kadarı değil? Bunları bilip hem kent genelinde hem yapı detayında kararlar almalıyız” diyor.
Erhan Demirtaş, Gazete Kadıköy
Kahramanmaraş merkezli depremlerin ardından başta İstanbul olmak üzere birçok şehir için yeni planlar duyuruldu. Çevre ve Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanı Murat Kurum, geçtiğimiz haftalarda İstanbul’daki 1,5 milyon riskli konutun dönüşümüyle ilgili açıklama yaparak 500 bin konutun yerinde dönüştürüleceğini, aynı zamanda İstanbul’un iki yakası için de uydu kentler planladıklarını söylemişti. Peki İstanbul’un son yıllarda en önemli sorunlarından biri haline gelen güvenli konut problemi uydu kentler projesi ile çözülebilir mi? Uydu kentlere yapılacak yatırımlarla farklı planlar yapılamaz mı? Bu sorunun cevaplarını Kentsel Politika Planlaması ve Yerel Yönetimler Uzmanı Dr. Şehir Plancısı Ceren Gamze Yaşar ile konuştuk.
Deprem sonrasında İstanbul’da uydu kentler kurulması planlanıyor, bunu nasıl değerlendiriyorsunuz?
Uydu kentler adının da işaret ettiği gibi başka bir yerleşim yerinin sadece uyumaya gidilen uyduları olarak inşa ediliyor. Günlük bir medcezir içinde tüm çalışan ve okuyan nüfus bir merkeze akıyor toplu ya da özel ulaşımla, sonrasında da aynı göç bu sefer mesai bitiminde gerçekleşiyor. Ev-trafik-iş-yolüstü ihtiyaçların alınması-trafik-ev. Halihazırda türlü kısıtlarla, ekonomik kriz ile yavanlaşan gündelik hayatımız bu tip yerleşim yerleri ile daha da renksizleşiyor. Yaşadığımız çevrenin, geçirdiğimiz hayata farkında çok da olmadığımız ama ciddi bir etkisi var. Adı uydu kent olmasa da günümüzde çalıştığı yere uzak oturanların, çok da memnun olmadıkları biçimde gündelik hayatları bu zaten, özellikle de İstanbul’da. İstanbul’un coğrafyaya yayılışını düşünürsek, mesafeleri, trafik yoğunluğunu, yüksek kiralar nedeniyle çalışma alanlarına yakın yaşama alanı seçememişlerin çokluğunu, bu uydu kentler İstanbul için daha da sorunlu bir uygulama olacağı daha da açık anlaşılıyor.
Buradan yola çıkarak belki uydu kentlerin içeriğine dair de konuşabiliriz?
Temel ihtiyaçlarınızı dahi tam olarak karşılayamayacağınız bu yatakhane yerleşimler genelde izole bir yaşam sunuyor, özel araç sahipleri ve rahatlıkla araçlarına benzin koyabilenler (ki sayıları hızla azalıyor kriz ile birlikte) bu izolasyonu tercih ettikleri zaman tercih ettikleri yerlere giderek kısıtlı da olsa aşabilirken bu olanaklardan yoksun olanlar için bir ruh sağlığı sorunu haline dahi geliyor bu yerler. Aslında burada sorun mevcut yerleşik alanın dışında ama yakınında ya da çeperinde yeni yerlere yerleşmek değil, bunun yapılış biçimi. İsimlendirme ve sonrasında planlama yaklaşımı uydu kent yapmak değil alt-merkez yapmak olsaydı, şu an eleştirmiyor olurduk.
“ACİLEN ÇÖZÜLMELİ”
Neden?
Kentler tek merkezli olmak zorunda değil, çok merkezli olabilir, yakındaki küçük yerleşimler bu kentlerle ilişkili olarak gelişebilir ancak alt-merkez yaklaşımı ile bu yerleşimlerin kendine az çok yeterli bir kentsel hizmet sunumu, teknik ve sosyal altyapısı (okullar, sağlık ocakları, hastaneler, gündelik perakende ticaret alanı, kamusal alanları, idari yapıları olur. Türkiye deneyimini düşününce de yapılacak olanın tarlaların ortasında tek başına dikilen etrafı çevrilmiş bahçesine otopark olsun diye beton dökülmüş ayrık ayrık dikilen TOKİ’lerden, evden ibaret bir şeyler olacağı açık. İyi ihtimalle köşesine bir cami, şanslıysanız bir okul konduracaklar. Çok temel iki sorun ile yani güvenli, herkes için erişilebilir, insanca yaşama izin veren konut sorunumuz ve altyapısından üstyapısına sorunlu, afetlere dirençsiz kentleşmemizle o kadar çok cebelleşmemiz gerekiyor ki, piramidin üst basamaklarındaki sorunlarımıza gelemiyoruz bile. Mimari açıdan, peyzaj açısından nitelikli, planlı, her kesime insanca davranan çevrelerde yaşama hakkımız örneğin.
-Güvenli konut hakkından bahsettiniz. Bu noktada depremi de konuşmak gerekiyor. İstanbul’un depreme güvenlikli hale getirilmesi için neler yapılmalı?
Acilen İstanbul’un konut sorununu çözmemiz lazım. Sadece güvenli konut sorunu değil, onunla yapısal bir ilişki içinde olan genel konut sorununu da. Kiralar, satış fiyatları, İstanbul’u İstanbul’un çoğu için yaşanmaz kılıyor. Bugün bu gazetenin çıktığı Kadıköy’de, Beşiktaş’ta, Fikirtepe’de, Beylikdüzü’nde başka semtlerde bir sürü insan evine güvenemeden gece tavan üstüme çöker mi korkusuyla uyuyor. Sabah, “Ev sahibim beni evden atar mı? Kiraya ne kadar zam yapacak? Tahliye davasını kazanır mı? Evden çıkınca nerede nasıl ev bulabileceğim? İstanbul’da kalabilecek miyim? Yeni eve çıkanlar, ben bu kirayı ödemeye devam edebilecek miyim? Bu ev güvenli mi?” diye soruyor kendine. Çözüm aslına bakarsanız bu sorularda gizli, kira ve emlak fiyatlarını, güvenli konut sorunumuzdan ayrı düşünemeyiz.
Çözüm, konutun kati surette yatırım aracı olmaktan çıkmasında yatıyor, bu da vergilerle konut pazarını denetlemekle başlıyor. Alınan yüksek kiralara artan vergiler, konut sahipliğinde özellikle 100-300-500 gibi sayılarda konut sahibi olan tekelleşmiş ev sahiplerinin emlak vergilerinde artan vergiler, bir kere geçimlik konut sahipliği ile bu konut pazarı kodamanlığı birbirinden ayrıştırılmalı, 3-5 konut geliri ile geçinen biri sistem için kabul edilebilir bir durum, ancak iş yüzlerce konut sahipliğine geldi mi başka bir boyut alıyor. Kademeli artan emlak vergileri, boş duran evlerden alınacak boş ev vergileri, kiralar için kademeli olarak kira arttıkça artan vergiler hem konut kira hem de konut satış pazarlarını regüle etmek için iyi bir başlangıç. Buradan elde edilen vergi geliri de her şehir için o şehrin güvenli hale dönüştürülmesinde kullanılmalı. Bunu yapmadan bütün güvenli konut çözümleri estetik düzenlemelerden ibaret olacak ve zenginler için kentler ve evler bu süreçte daha güvenli hale gelirken, eskinin orta sınıfları yeninin yoksulları ve eskinin yoksulları için, yani şehirlerin en az yüzde 80’nini oluşturanlar için (ki bence iyimserim bu yüzdede) sıkıştığımız güvensiz kiralık evlerde yaşamaya ya da şehri terk etmeye, o da gidebilecek yerimiz var ise, mecbur kalacağız.
“SON ÖNCELİĞİMİZ BİLE OLMAZDI”
-Çözüm için neler yapılmalı?
Çözümlere vergilendirme ile giriş yaptım, devamı yerel ve ulusal ölçekte politikalarla mümkün, bunlar imar affı gibi uygulamalardan vazgeçtiğimiz yasal düzenlemeler, yolsuzlukla topyekün her kademede bir mücadele ve bütün şehri, yakın çevresiyle planlayarak (Çevre Düzeni Planı) başlama, ilçe-semt-mahalle ölçeklerine (Nazım İmar Planı) inerek devam etme ve en son yapı ölçeğinde kararlarla uygulama imar planlarını hazırlama. Bu planlama süreçleri aynı zamanda analiz ve anlama süreçleri, şehrin bütün verisini, tek tek yapı durumları, yaşları, kat sayıları, aralarındaki mesafeler, malzeme, mahalledeki toplanma alanı sayısı, genişliği, yeterliliği yetersizliği, aklınıza gelen ve gelmeyen bütün kenti kent yapan elemanlar hakkında bilgi toplayıp sentezleyip planlanmalı. Durum acil ve yakıcı olduğu için de, plan süreci devam ederken, etaplama ve önceliklendirme yapılarak, sağlamlaştırılabilecek yapıların acilen sağlamlaştırılması, yıkılması gerekenlerin acilen tahliyesi, buradaki insanların yerleştirilebilmesi kiralık sosyal konut gibi politikalar geliştirilmesi. Tüm bunları hızlıca ama planlamadan ödün vermeden ve güçlü kamu politikalarıyla, piyasanın paşa gönlüne bırakmadan yerel ve ulusal ölçeği bir arada düşünerek yapmak gerekiyor. Devletten biraz daha devlet olmasını ve konut sorunumuzu çözmesini istiyoruz kısacası.
Tüm bunlar yerine gördüğümüz ise Kanal İstanbul gibi İstanbul’un boğazına son ilmeği geçirecek mega gösterişçi ve piyasacı projelere kaynak aktarımı. İstanbul’un onbinlerce yapısı güvensiz dururken, bu kentte ve o yapıların içinde insanlar yaşamaya ve çalışmaya çalışırken, Kanal İstanbul son önceliğimiz bile olmazdı. İstanbul yeni kişileri cezbetmek yerine içindekiler için daha yaşanası ve güvenli bir yer haline gelmeli, ama zaten bu projelerde amaç tamamen pazarlama, İstanbul’u bir mal olarak yüksek gelir gruplarına pazarlamak, dışarıdan gelenler öğretmen, doktor, hemşire, garson, işçi, beyaz yakalı işçi olanları için bir vaat yok, sadece çile.
-Uydu kentler İstanbul’daki konut sorununu çözebilir mi?
Kafamızı kuma gömsek belki daha gerçekçi bir çözüm olur, bekleşir dururuz evlerimizde. Yeni yerler yaparak sorunlarından kaçamaz İstanbul. Bu sorunla, bu yerleşim alanı içinde yüzleşmeliyiz önce, tek tek elimizde ne var, ne kadarı sağlam, ne kadarı değil, bunu bilip hem kent genelinde hem yapı detayında kararlar almalıyız. İstanbul belediyelerinin hepsinin önünde duran işte tam da bu yol ayrımı. Merkezi devlet hem vergi, yasa ve kamu yönetimi politikalarıyla hem de kaynakla bunu desteklemeden belediyelerin bu sorunlarla tek başına başa çıkması da imkansız. Yani merkezi hükümet ile yerel yönetim arasında hiç olmadığı kadar bir eşgüdüme ihtiyacımız var ilerleyen günlerde. Neyse ki seçim yakın. Biz de halk olarak bu taleplerimizi seçim sonrası canlı tutmalıyız tabii, talep etmezsek olmayacak, çok açık.
-Söyleşinin başında planlamanın öneminden bahsettiniz. Türkiye’de çıkarılan planlarda kısa dönemi kapsayan önlemler ve çözümler merkeze alınıyor. Buna katılır mısınız?
Bir şeyleri ne kadar kısa sürede yaptığımızla övünmek ata sporu ve bu kentlerde de 70 gün altgeçidi gibi isimlendirmelerle kutsanıyor. Hızlı yapamayacaksak tamamen bırakmak da, yani evet kapitalist üretim ilişkileri, sermayenin ikinci çevrime yani yapılı çevre üretimine aktarımı ve konutun yatırım aracına dönüşüp finansallaşması yüzünden konut pazarımız bu halde, ama bu aceleciliğin yerel dokunuşu da bizim eserimiz. Planlama da bunun tam aksi, adım adım gitmeyi, süreci önemsemeyi, sonucun niteliği ile övünmeyi kapsıyor. Bir de iyi bir planlama için, iyi bir istatistik-veri akışı, kurumsallaşmış bir kamu, güçlü bir bürokrasi, hani şu hantal diye şikayet edilen, şart. Bu konu üstüne epey düşündüm, yani belki de çevik ama adım adım giden, süreci iyi tasarlayan, bunu hızlı uygulamaya izin veren ancak uzun vadelilikten, etaplamadan, önceliklendirmeden, iyi analizden, dolayısıyla iyi veri toplamadan ödün vermeyen bir planlama lazım bize.
-Son olarak neler söylemek istersiniz?
İçinde bulunduğumuz konut sorunumuzdan ve kentleşme sorunumuzdan bireysel çözümlerle kurtulamayız. Kendi evimiz güvenli olur, yan apartman üstüne yıkılır, mahalle hatta bulunduğumuz yaka olduğu gibi erişilmez olur, Avrupa yakasının suyunun yüzde 70’i Anadolu Yakası’ndan boğaz altından geçerek geliyor örneğin, bu kesilir, şehir yaşanmaz olur vesaire, yani bu durumda gerçekten kurtuluş yok tek başına, ya hep beraber çıkacağız ya hep beraber çıkacağız. Antakya’da bunu çok açık gördük, sesimizi yükseltmeye, bu sorunu çözmek için gerekli adımların atılmasını talep etmeye, bir araya gelip sesimizi çoğaltmaya devam edelim. Taleplerimiz herkesin hakkı, bunun herkesin hakkı olduğunu da bilerek yan yana duralım ve hükümet ve yerel yönetimlerin ortaklaşa çalışma ile uyum içinde bu sorunumuzu çözmesi için sonuna kadar mücadele edelim.