Hükümetin Yap-İşlet-Devret (YİD) modeliyle “cebimizden bir kuruş çıkmadan” gerçekleştiğini iddia ettiği büyük projeleri var; 3. havaalanı, Osmangazi Köprüsü, Kuzey Marmara Otoyolu ve 3. köprü… Hazine garantisiyle özel şirketler tarafından yapılan bu büyük projelerde şirketlerin hiçbir riski bulunmuyor. Çünkü bu projeler hayata geçirildiği andan itibaren vaat edilen kullanımlar gerçekleşmezse dahi söz konusu şirketler uzun yıllar boyunca parasını devletten alıyor, yani bizim vergilerimizden.
YİD modelinin kamu zararı anlamına geldiğine dair tartışmalar yürütülürken yakın zamanda bir başka gelişme yaşandı. Önce TBMM Plan ve Bütçe Komisyonu’nda görüşülen ve peşinden 19 Ağustos günü mecliste kanunlaşan 6741 numaralı Türkiye Varlık Fonu Yönetimi Anonim Şirketinin Kurulmasına Dair Kanun ile birlikte yeni bir döneme girmiş olduk. Çünkü Varlık Fonu’nun kurulmasıyla mega projelerin finansman ihtiyacının karşılanması arasında doğrudan bir ilişki var. Her ne kadar bu projelerin “cebimizden bir kuruş çıkmadan” gerçekleştirildiği iddia edilse de bu kanunun gerekçelerinde “Otoyollar, Kanal İstanbul, Üçüncü Köprü ve Havalimanı, Nükleer Santral gibi büyük altyapı projelerine kamu kesimi borcu arttırılmadan finansman sağlanması” gibi bir hedef de belirtilmiş durumda.
Buna ek olarak, kanunun gerekçelerinde;
- Büyüme oranına gelecek on yıl içinde yıllık %1.5 oranında ilave artış sağlanması,
- Sermaye piyasalarında büyüme ve derinleşmenin sağlanması,
- İslami finansman varlıklarının büyüme ve derinleşmesinin sağlanması,
- Yapılacak yatırımlarla yaklaşık yüz binlerce kişilik ek istihdam sağlanması,
- Savunma, havacılık, ve yazılım gibi teknoloji yoğun stratejik sektörlerdeki yerli şirketlerin sermaye ve proje bazında desteklenmesi, küresel oyuncu olmalarının sağlanması,
- Katılım finansmanı sektör payının artırılması,
gibi hedeflerin olduğu da vurgulanmış.
Burada dikkat çekici olan şey Varlık Fonu ile mega projeler için finansman sağlanacağı olması. Çünkü YİD modeline göre aslında elimizi cebimize atmadığımız söylenirken, şimdi bunun aksine, gerekli olan finansmanın bu fondan karşılanacağı söyleniyor. Görünen o ki mega projelerin finansmanı konusunda planlanan YİD modelinin başarısızlığını hükümet de kabul etmiş durumda. Ancak bu başarısızlık sonucunda hükümetin bulduğu çözüm yine kamu kaynaklarının denetimsiz şekilde bir havuzda toplanması ve kontrolsüzce harcanmasına dayalı. Bunu nereden mi çıkarıyoruz? 6741 sayılı kanundan.
6741 sayılı Varlık Fonu Yönetimi A.Ş.’nin Kurulmasına Dair Kanun’un maddeleri söz konusu şirkete adeta paralel bir hazine kurma yetkisi veriyor. Özelleştirme fonundan karşılanan 50 milyon TL’lik sermayeyle kurulan şirket en az beş kişiden oluşan bir yönetim kuruluyla yönetilecek ve bu kurulun başkanı, üyeleri ve genel müdürü Başbakan tarafından atanacak. Bu şirketin kurulması aynı zamanda kapsamlı bir özelleştirme dalgasının da kapıda olduğu anlamını taşıyor. Çünkü Varlık Fonu’nun kaynakları arasında Özelleştirme Yüksek Kurulu tarafından fona devrine karar verilen kuruluşlar ve varlıklar bulunuyor. Ayrıca, Özelleştirme Fonu’nda biriken nakit fazlası da Varlık Fonu’na aktarılıyor.
Varlık Fonu Yönetimi A.Ş.’nin ve fon kapsamında kurulacak alt şirketlerin nasıl denetleneceği de ayrı bir tartışma konusu. Plan ve Bütçe Komisyonu’na gelen kanun taslağında şirketin Sayıştay Kanunu’na tabi olmayacağı açık açık yazılıydı. Bu ifade bile tek başına niyetin ne olduğunu gösteriyor. Bu ifadede değişikliğe gidilmiş olsa da denetim konusunda kuşkular giderilmiş değil. Çünkü kanuna göre fon bünyesinde kurulacak şirketler Başbakan tarafından görevlendirilecek en az üç merkezi denetim elemanı tarafından denetlenecek.
Özet olarak, AKP’li Başbakan tarafından belirlenen en az beş kişilik AKP’li şirket yönetimi yine Başbakan tarafından belirlenen en az üç kişilik AKP’li denetim elemanı tarafından denetlenecek. Şirket yöneticilerinin ve denetim elemanlarının “bağımsız” olabileceği ve söz konusu denetimlerin nasıl olacağı, parti-devlet bütünleşmesinin yaşandığı bu dönem açısından yeterince şaibeliyken Varlık Fonu Yönetimi A.Ş.’nin muaf olduğu kanunlar da epey tartışmalı bir tablo oluşturuyor.
Şirketin muaf olduğu kanunlar, tabi olduğu kanunlardan daha fazla dersek abartmış sayılmayız. Şirket; gelir ve kurumlar vergisinden, Sayıştay Kanunu’ndan, Devlet Memurları Kanunu’ndan, Harcırah Kanunu’ndan, Genel Kadro ve Usulü Hakkında Kanun Hükmünde Kararname’den, Kamu İktisadi Teşebbüsleri ile Fonların Türkiye Büyük Millet Meclisince Denetlenmesinin Düzenlenmesi Hakkında Kanun’dan, Kamu İhale Kanunu’ndan, Kamu İhale Sözleşmeleri Kanunu’ndan, Devlet İhale Kanunu’ndan, Taşıt Kanunu’ndan, Kamu Konutları Kanunu’ndan, Basın-İlân Kurumu Teşkiline Dair Kanun’dan, Rekabetin Korunması Hakkında Kanun’dan, Özelleştirme Uygulamaları Hakkında Kanun’dan, Belediye Gelirleri Kanunu gereğince alınan vergi, harç, katılma payı, tasdik ücreti, emlak vergisi ve daha bir çok yükümlülükten, sermayesinin yarıdan fazlası kamuya ait olan veya özel kanunla kurulan kamu kurum, kuruluş ve ortaklıklarına uygulanan mevzuat, uygulama ve kısıtlamalardan ve daha birçok kanun ve kanun hükmünde kararnameden MUAF.
200 milyar dolarlık bir bütçeye ulaşmayı hedefleyen bir fon düşünün, ama yukarıda sayılan kanun, kanun hükmünde kararname ve yönetmeliklerden muaf olsun. Dev bir şirketin, kamuya ait varlıkların özelleştirilmesiyle her türlü ticari faaliyet ve yatırımda bulunduğunu düşünün, ama üstünde hiçbir denetim olmadan faaliyetlerini yürütsün. Cumhurbaşkanı 7 Haziran seçimleri öncesinde iş adamlarına hitaben şöyle demişti: “Benim derdim ne biliyor musunuz? Bir anonim şirket nasıl yönetiliyorsa, Türkiye de öyle yönetilmelidir. Yoksa bileklerine bağlıyorlar prangayı, yürü yürüyebilirsen. Bu ülke bu şekilde sıçramaz.”
Bir anonim şirket böyle yönetilmiyor ama siz yine de sıçramaya hazır olun.