- Mevcut dünya ekonomik krizi, kapitalizmin neoliberal aşamasında bir sona işaret ediyor. Yani ‘Her zamanki yöntemler’ (finansallaşma, deregülasyon, özelleştirme…) artık bir seçenek değil, kapitalizmin işlemeye devam edebilmesi için hükümet ve şirketlerin yeni birikim mekânları ve siyasi düzenlenme türleri bulması gerekecektir.
- Dünya, ekonomik ve siyasi kriz ile birlikte enerji krizinin yanı sıra, bir başka krizle de sarsılıyor: kolektif insani varlığımızı sürdürmeyi güvence altına alan, ekolojik yaşam destek mekanizması ile sermayenin sürekli artan ihtiyaçları arasındaki ölümcül çelişkinin bir sonucu olan “biyo-kriz”.
- Bu biyo-kriz, kolektif varlığımız karşısında muazzam bir tehlike teşkil ediyor, fakat tüm krizler gibi aynı zamanda tarihsel bir fırsatlı, toplumsal hareketler armağan ediyor; kapitalizmin savunmasız kalan şahdamarına, ebedi, yıkıcı, gözü dönmüş büyüme ihtiyacına saldırmak.
- Küresel seçkinlerin öne sürdüğü tasarıların arasında, yalnızca ‘Yeşil Yeni Düzen’ bu krizlerin tümüne değinmeyi vaat ediyor. Bu aslında, organik tarım ve evde üretilen rüzgar jeneratörleri gibi sempatik yeşil kapitalizm 1.0 değil, daha ziyade belirli kilit üretim alanlarının kademeli olarak ekolojik modernizasyonundan kâr elde etmeyi amaçlayan kapitalizmin yeni, ‘yeşil’ aşamasına yönelik bir öneridir.
- Yeşil kapitalizm 2.0 biyo-krizi (iklim değişikliği ve biyo-çeşitliliğin tehlikeli şekilde azalması gibi diğer ekolojik problemler) çözmek yerine, bundan kar elde etmeye çalışır. Dolayısıyla, aslında piyasa temelli herhangi bir ekonominin biyosferle birlikte insanlığı konumlandırdığı çatışma düzlemini değiştirmez.
- Bu, 1930’larda olan değil. O dönemde, eski ‘Yeni Düzen’ güçlü toplumsal hareketlerin basıncı altında, güç ve refahı aşağıya doğru yeniden dağıtmıştı. Obama tarafından konu edilen ‘Yeni Yeni’ ve ‘Yeşil Yeni Düzen’, dünya çapındaki yeşil partiler ve hatta bazı çok uluslu şirketler ise, insanlar için değil şirketler için refahtan bahsediyor.
- Yeşil Kapitalizm, enerji şirketleri, havayolu şirketleri, otomobil üreticileri ve endüstriyel tarım gibi sera gazlarının büyük bir kısmını üretenlerin gücüne kafa tutmayıp, bunun yerine kârlarını korumalarına yardımcı olmak üzere, geç kalınmış ve oldukça sınırlı ekolojik değişiklikler yaparak onları para yağmuruna tutacaktır.
- Çalışanlar küresel düzeyde toplu pazarlık ile hak ve adil ücret talep etme güçlerini kaybettikleri için, yeşil kapitalist düzende ücret düzeyleri muhtemelen durgunlaşacak ve hatta ‘ekolojik modernizasyonunun’ yükselen maliyetlerini karşılama amacıyla düşecektir.
- ‘Yeşil kapitalist devlet’ otoriter bir devlet olacaktır. Ekolojik kriz tehdidiyle meşrulaştırılan sistem, artan yaşamsal maliyetler (gıda, enerji, vb.) ve düşen ücretler sonucunda yoksullaşma nedeniyle, ister istemez yükselecek olan toplumsal huzursuzluğu ‘yönetecektir’.
- Yeşil kapitalizmde, zenginler çevresel anlamda yıkıcı, süre giden davranışlarını, alışverişlerini ve aynı zamanda gezegeni kurtarma faaliyetlerini yerine getirirken, yoksulların tüketimden dışlanması ve sınıra itilmesi gerekecektir.
- Otoriter bir devlet, kitlesel sınıfsal eşitsizlikler, şirketlere sunulan refah: toplumsal ve ekolojik kurtuluş perspektifinden bakıldığında, yeşil kapitalizm asla geriye saramayacağımız bir felaket olacaktır. Bugün, intihar anlamına gelen sürekli büyüme çılgınlığının ötesine geçme şansımız mevcuttur. Fakat yarın, yeni yeşil düzene tümüyle alıştıktan sonra, bu şansımız da yok olabilir.
- Yeşil kapitalizmde, tıpkı sendikaların Fordist dönemde oynadığı rol gibi, ana akım çevre topluluklarının üstleneceği role ilişkin bir tehlike mevcut: toplumsal değişim taleplerinin, yani kolektif öfkemizin sermaye ve hükümetler tarafından belirlenen sınırlar içersinde kalmasını garanti etmek üzere emniyet vanaları olarak hareket etmek.
- Albert Einstein ‘deliliği’, “farklı sonuçlar vermesini umarak aynı şeyi defalarca yinelemek” olarak tanımlamıştı. Geçtiğimiz on yılda, Kyoto’ya rağmen, yalnızca atmosferdeki sera gazlarının konsantrasyonu değil, aynı zamanda artış oranı da yükseldi. Basitçe, aynı şeyin gerçekleşmesini mi istiyoruz? Bu delilik olmaz mı?
- Uluslararası iklim anlaşmaları, iklim değişikliğinden ziyade enerji güvenliğiyle ilgili yanlış çözümleri teşvik ediyor. Krizi çözmekten uzak emisyon ticareti, CMD (Karbon Piyasası Verileri), ortak yürütme (JI) ve ofsetlerin tümü, devam eden sera gazlarının üretimine fütursuzca politik bir kalkan sağlıyor.
- Küresel Güney’deki pek çok topluluk için, bu yanlış çözümler (agro-yakıtlar, ‘yeşil çöller’, CDM (Temiz Gelişim Mekanizması) projeleri) şu anda iklim değişikliğinin kendisinden çok daha büyük bir tehlike teşkil ediyor.
- İklim krizi için gerçek çözümler hükümet ya da şirketler tarafından icat edilmeyecek. Bu çözümler yalnızca tabandan, küresel olarak birbirlerine bağlı, iklim adaletiyle ilgili toplumsal hareketlerden doğabilir.
- Bu gibi çözümler şu talepleri içerir: serbest ticarete hayır, özelleştirmeye hayır, esneklik mekanizmalarına hayır. Gıda bağımsızlığına evet, küçülmeye evet, radikal demokrasiye ve kaynakların toprakta bırakılmasına evet.
- Yükselen küresel iklim adaleti hareketi olarak bizler iki düşmanla mücadele ediyoruz: bir taraftan buna neden olan iklim değişikliği ve fosil yakıt temelli kapitalizme, diğer taraftan bunu durdurmayacak, fakat bunu durdurma imkanımızı sınırlayacak olan, boy gösteren yeşil kapitalizme karşı savaşıyoruz.
- Elbette, iklim değişikliği ve serbest ticaret aynı şey değil, ancak nasıl ki DTÖ neoliberal kapitalizmin merkezinde yer aldıysa, Kopenhag protokolü de yeşil kapitalizmin merkezi düzenleyici bir yapısı olacaktır. Sonuç olarak, bununla nasıl ilişkilendirmeli? Danimarkalı grup KlimaX şöyle ifade ediyor: “İyi bir anlaşma, hiçbir anlaşma olmamasından iyidir, fakat kötü bir anlaşmadansa anlaşma yapmamak yeğdir.”
- Kopenhag’da hükümetlerin ‘iyi bir anlaşmaya’ varma ihtimali nerdeyse yok gibi. Bu yüzden, amacımız gerçek çözümlere ilişkin bir anlaşma talep etmek olmalı. Tabii Kyoto’yu unutmadan ve Kopenhag’ı devre dışı bırakarak! (taktik ne olursa olsun)
Kaynak: Fraksiyon.Org