You are here

“Yerel Yönetimler İklim Konusundaki Partnerlerini Yerelde Aramalı”

Paris İklim Anlaşmasına taraf olmak için hazırlanan kanun teklifi geçtiğimiz günlerde tüm partilerin oyları ile TBMM Genel Kurulu’nda kabul edildi. İklim krizinin başlıca etkeni olan emisyonların azaltımını öngören bu anlaşmaya taraf olunması bir yandan kazanım olarak yorumlanırken bir yandan da yeni mücadelelere işaret eder oldu. Gerek bugüne kadar benimsenen ekoloji politikaları gerekse de, örneğin nükleer enerjiye işaret edilen açıklamalar, taraf olmayı kazanım olarak yorumlamayı güçleştiriyor. Diğer yandan iklim krizini salt emisyon azaltımına indirgememek; krizin göçler, kıtlık gibi diğer türden toplumsal krizlere gebe olduğunun da hesaba katılması gerekli ve acil görünüyor. Bu tartışmalar bağlamında Sabancı Üniversitesi İstanbul Politikalar Merkezi’nde araştırmacı ve Boğaziçi Üniversitesi Sosyoloji Bölümü’nde doktor öğretim üyesi olan Sinan Erensü ile konuştuk. Erensü aynı zamanda, demokratik, ulaşılabilir, ekolojik ve adil kentlerin kolektif olarak yaratılmasına yönelik çalışan ve kâr amacı gütmeyen Mekanda Adalet Derneği’nin kurucu üyeleri arasında yer alıyor.

***

Paris İklim Anlaşması ne öneriyor; iklim krizinin çözüm olma konusunda imkan ve kısıtları nelerdir?

Paris İklim Anlaşması küresel iklim krizi çözmek amacıyla uluslararası toplumun üzerinde anlaşabildiği hukuki çerçevenin adı. Anlaşma krizin büyüklüğü göze alındığında yeterince iddialı değil. Zira anlaşmanın çerçevesi temel olarak ulusların karbon emisyonlarında yapması gereken çok ciddi azalmayı gönüllülük esasına bağlıyor. Ülkeler kendi azaltım hedeflerini kendileri koyuyor ve bu hedefleri tuturmaya çalışıyorlar. Tutturamadıklarında da bir yaptırım mekanizması söz konusu değil. Tüm eksikliklerine rağmen elimizdeki tek somut çevçeve olan Paris İklim Anlaşması’nı iklim krizini çözmenin nihai mekanizması olarak değil ama krizi gündemde tutan ve hesap verebilirliği kamuoyu nezdinde bir nebze artıran bir imkan olarak önemsiyoruz. İklim adaleti ve 1.5 derece hedefi gibi iklim aktivistlerinin yıllarca savunduğu kavramları da dillendiren bu anlaşmanın Türkiye tarafından da onaylanmış olmasını; iklim krizini tartışmayı, kamu otoritesini zorlamayı ve iklim krizini toplumsallaştırmayı daha fazla mümkün kılacağı için önemsiyorum.

Sinan Erensü

TBMM’de kabul edilmeden önce, 2019 Aralık’ta düzenlenen bir çalıştay sonucunda Kadıköy Belediyesi’nin de içinde bulunduğu 24 yerel yönetim İklim İçin Biz Varız deklarasyonunu imzalayarak, Paris İklim Anlaşması’nın hedeflerini tanıdığını beyan etmişti. Fakat bu konuda politikalar geliştirip somutlama taahhüdünde farkındalık yaratmayı aşacak bir yol alınamadı. Bunun önündeki en büyük engelin ise merkezi bir iklim politikası olmaması ve tabi farklı kamu kurumlarının eşgüdümlü çalışması önündeki engeller karşımıza çıkıyordu. Bu durumda Anlaşma’ya taraf olunması bu engellerin aşılması yönünde yerel yönetimlere fayda sağlayabilir mi; nasıl?

İklim krizinin çözümü bağlamında, dünyanın pek çok köşesinde yerel yönetimlerin merkezi hükümetlere nazaran çok daha cesur adımlar atabildiğini görüyoruz. Bunun çeşitli sebepleri var. Bunun başında yerel yönetimlerin fosil yakıt endüstrilerine merkezi hükümetler kadar bağlı olmamaları geliyor. Paris’in onaylanması bu alanda iş yapmak isteyecek yerel yönetimlere kimi imkânlar tanıyacak olsa da siyasi kutuplaşma yerel ve merkezi yönetimler arası ortak iş yapma ihtimallerini azaltabilir. Buna karşın yerel yönetimlerin partnerlerini uluslararası ama daha önemlisi yerel ölçekte araması gerektiğini düşünüyorum. Şehrin çeperlerinde yaşayan kırsal topluluklar yenilenebilir enerji inisiyatifleri için çok doğru paydaşlar olabilir. Öte yandan, şehir merkezindeki gündelik hayatı doğrudan etkileyecek farklı adaptasyon projeleri hem yerel yönetimlerin hizmet siyasetlerini sürdürmelerinin, hem katılım imkanlarının, hem de iklim meselesinin toplumsallaşmasının önünü açacaktır.

İklim Adaleti için dünyanın dört bir yanında eylemciler sokaklara çıkıyor.

Paris İklim Anlaşması dışında farklı ulusal, bölgesel veya topluluk temelli anlaşmaların tartışıldığı görünüyor. Bu bağlamda örneğin yerel yönetimlerin kendileri arasında eşgüdümlü bir iklim politikası üretmelerinin anlamı ne olur; böyle bir politikada olmazsa olmaz ayaklar nelerdir?

Paris Anlaşması’nın (ve genel olarak iklim mücadelesinin) elbette en önemli ayağı karbon emisyonlarının azaltılması. Bu hedefin en temel ayağı da kömürü, petrolü ve doğal gazı yer altında tutmak. Bu temel hedef elbette doğrudan merkezi otoritenin sorumluluk alanında olan kocaman bir hedef. Ve dürüst olmak gerekirse karbon emisyonlarının artmaya devam ettiği bir ortamda tüketim odaklı hedefler palyatif tedbirler olarak kalmak zorunda. Ama yine de yerel topluluklar iklim adaleti şiarını dillendirmek için benzersiz fırsatlar sunuyor bizlere. Uygulamaya koyulacak farklı işbirlikleri, adil geçiş projeleri, ortaklaşa yaratılabilecek enerji demokrasisi imkânları iklim krizinin teknik bir siyaset alanı olmadığını, hemen hepimize doğrudan dokunduğunu ispat etmemize imkân tanıyacaktır. İklim adaleti perspektifini ön plana çıkaracak olan enerji, su, iklimlendirme ve yeşil alan projeleri hem yık-yapçı politik ekonomiye bir alternatif ufuk sunacak, hem de iklim meselesini merkezi otoritenin tekelinden çıkarıp gündelikleştirmemizin önünü açacaktır.

Top