Bengisu Kılıç, Kadıköy Akademi Gönüllü Araştırmacısı
Pahalı şehirler, konutları bir insan hakkı olarak görmek yerine finansal bir varlık olarak görme eğilimindeler. Yakın zamanda yayımlanan yeni bir rapor, farklı bir yaklaşımın zamanının geldiğini öne sürüyor.
Dünyanın dört bir yanından birçok şehir, yükselen ve ulaşılamaz hale gelen emlak fiyatlarıyla mücadele ediyor. İstanbul, Londra, Paris ve New York dahil diğer birçok sıcak pazar şehrinde olduğu gibi, bölgede kimlerin yaşayacağını yüksek yerleşim maliyetleri belirliyor; işe gidip gelmek veya marketlere, okullara ve sağlık hizmetlerine ulaşmak için araba ile saatler harcamak zorunda olanlar; kalabalık bir apartman dairesinde yaşamak zorunda olanlar ve uygun fiyatlı konut eksikliği nedeniyle sokakta yaşamaya zorlananlar.
Diğer birçok ülkede barınma bir insan hakkı olarak görülüyor. Hükümet, gerektiğinde ihtiyaç sahiplerinin cüzi ücretler karşılığında kullanabilmesi için yeterli sayıda barınma alanı olmasını sağlamaya çalışıyor. Hatta bu hükümetlerde, evsizlik kabul edilemez bir durum olarak ve sosyal sözleşmenin ihlali olarak görülüyor. Buna karşılık, Türkiye’deki evsiz insan sayısı SGK verilerine göre 70.000’den fazlayken ABD’de yaklaşık 570.000 evsiz insan yaşıyor. Bahsi geçen ülkelerin hükümetleri, Türkiye ve ABD’nin aksine konutlara temel altyapı muamelesi yapıyor. Yani konutlar toplumun refahı için temiz su veya elektrik kadar hayati bir öneme sahip. Bu hükümetler, özel sermayenin egemen olduğu emlak piyasasında kira fiyatlarının fırlayıp yatırım değeri sağlamasını beklemek ya da buna göz yummak yerine yaşam alanları ve konut yapılanmaları süreçlerine birçok yönden dahil oluyorlar.
Danimarka’nın başkenti Kopenhag’daki ev stokunun % 15’ini, düşük ve orta gelirli hanelere hizmet vermesi için ayrılmış “sosyal konutlar” oluşturuyor ve bu konutlar devlet tarafından finanse ediliyor. Danimarka’da ulusal politika olan “herkes için uygun fiyatlı konut” devletin farklı çözümler bulabilmek için programlar düzenlenmesine önayak olmuş. Örneğin bir vatandaşın kira için para yardımına ihtiyacı varsa, bunu devletten alabiliyor. Ulusal Sosyal Konut Yapı Fonu, sosyal konutların yanı sıra mevcut birimlerin devam eden bakımı için de kaynak sağlıyor. Tüm bunlara ek olarak yakın gelecekte Kopenhag Şehri ve Liman Geliştirme Şirketi olarak bilinen bir kamu şirketi, kamu yararını destekleyen altyapı çalışmalarını ve daha fazla gelişmeyi finanse edebilecek.
Viyana’da konutların % 48’i sosyal konutlar veya kâr amacı gütmeyen kuruluşlara aitler. 220.000 hane zaten şehrin kendisine ait. Sınırlı kazanç organizasyonlarının yatırımları da destekleniyor ve vergi indirimleri uygulanıyor ancak indirimin karşılığında tekrar kazançlarının tamamını yaşam alanlarının sürdürülmesine ve bakımına yatırmaları isteniyor.
Singapur’da, evlerin %75’i, hükümet konutlarını geliştirmek ve yönetmek için kurulan, hükümetinin Konut ve Kalkınma Kurulu tarafından inşa edildi. Singapurluların %91’i ev sahibi. Ülkenin vergi ve emeklilik sistemi, hem çalışanlar hem de işverenleri tarafından yapılan zorunlu ortak katkılarla ev sahipliğini kolaylaştırmak için tasarlanmış. Hükümet, ülkedeki arazilerin çoğunluğuna sahip, bu da hükümet öncülüğündeki konut gelişiminin gerçekleşmesine önemli ölçüde katkı sağlıyor. Bugün, arazi satışlarına ilişkin düzenlemelerin hafifletilmesine rağmen, hükümet hala önemli bir konut üreticisi olmaya devam ediyor.
Tokyo’da nüfusun %46’sı kiracı. Konutlar genellikle her 20 ila 30 yılda bir yeniden inşa ediliyor, böylece bu sürenin sonunda, eski konutların neredeyse hiçbir değeri kalmıyor ve servet aktarımı için verimli bir mekanizma olarak görülmüyor. Arazi kullanım kararlarının çoğunu federal hükümet veriyor, sonrasında gelişme düzene girdiğinde yeni konut arzı talebi aşarak maliyetleri düşük tutuyor. Hükümet ayrıca, nesiller arası iletişimi kuvvetlendirmek ve topluluk oluşumunu teşvik etmek için yaşlı aile üyelerinin yakınına taşınmak isteyen hanelere veya çocuklu ailelere kamu konutlarında indirimler sunuyor.
Bu şehirlerin her biri, konutları hem temel altyapı unsuru hem de finansal bir varlık olarak görüyor. Raporda bahsi geçen şehir ve ülkelerin çoğu -özellikle Japonya, Danimarka, Avusturya ve Hollanda- daha yüksek vergilendirme yapıyor. Böylece bu vergiler, konut tedarikinde daha fazla devlet katılımını mümkün kılıyor. Bu şehirlerde arazinin nasıl kullanıldığını ve kiraların nasıl belirlendiğini kontrol edebilen müdahaleci bir hükümet sisteminin faydalarından yararlanılırken özel sektörün gücü de kullanılıyor. Devlet ayrıca, kamu arazisini yöneterek, azaltarak, artırarak veya alım-satım işlemlerini düzenleyerek arazi piyasalarındaki güçlü rolünü sabit kılmayı hedefliyor. Kâr amacı gütmeyen kuruluşlar veya kooperatifler de konutların yaratılma ve yönetilme süreçlerine çok güçlü bir rol oynuyorlar. Hem devlet hem de bağımsız kâr amacı gütmeyen kuruluşların uygulamaları sayesinde kiracılar koruma altına alınmış oluyor.
İstanbul gibi yerler konut teslimi ve karşılanabilirlik zorluklarıyla yüzleşmeye devam ederken, birçok şehir ve ülkenin yalnızca sakinlere yetecek sayıda konut sağlama çözümleri değil aynı zamanda uygun fiyatlı çok çeşitli modellerde konut sağlamanın yollarını araması ve birçok kişinin ihtiyacını karşılamayı hedeflemesi heyecan verici. Tabii ki raporda bahsi geçen her çözüm her şehre uygun çözümler değiller. Bir şehrin kamu finansmanı ölçüleri, bölgesel koordinasyonunun kuvveti, özelleştirilmemiş arazi imkanları onun bu çözümleri uygulayabilirliğini belirliyor. Karşılaştığımız zorlukları çözebilecek tek bir çözüm mekanizması maalesef mevcut olmasa da daha adil bir gelecek yaratabilmek için bu çözümler birer başlangıç noktası olarak görülebilirler.
Kaynak: City Monitor
Bire bir çeviri değildir, çevirmen yorumları da mevcuttur. Orijinal metne aşağıdaki bağlantıdan ulaşabilirsiniz.