Bazen farkına varmamız zor olsa da, bir parçamız yaşadığımız yerin, zamanımızı harcadığımız yerlerin kim olduğumuzu şekillendirmede rol oynadığını biliyor. Winston Churchill’den bir alıntıya atıfta bulunulmak gerekirse “Binalarımızı biz şekillendiriyoruz; daha sonra onlar bizi şekillendiriyorlar.” Binalar için vurgulanan bu durum, mahalleler veya yerler için de geçerlidir.
Yerel bölgemizi fiziksel değişimler ve sosyal faaliyetlerle şekillendirirken, kimliğini toplu olarak tanımlarız; bunun sonucunda, toplum ve etkinlikler için merkezler olarak bu yerler bireysel ve toplumsal kimliklerimizi bir araya getiren yaşam alanları olurlar. Peki, bu insan-yer ilişkisinin rolü nedir veya ne olabilir? Mekân kimliği ile ilişkilenmek bize yardım edebilir mi?
İnsanların mekânla ilişkileri birçok yönden pratik olsa da, aynı zamanda çok da duygusaldır. 2017’de, Surrey Üniversitesi’ndeki bilim adamları tarafından Ulusal Güven için yapılan anketler, “anlamlı yerlerin” her yaştan insanların kimliğini şekillendirmede önemli bir rol oynadığını ortaya koydu. Gençlerin % 67’si anlamlı yerlerinin kim olduklarını şekillendirdiğini söyledi. Çevremizin duygularımızı, davranışlarımızı ve hatta kimlik duygumuzu şekillendirebildiği, uzun zamandan beri üzerinde düşünülmüş, ancak 1970’lerde çevre psikolojisi alanının yükselişiyle resmen tanınmıştır. O zamandan beri, mekân ve toplum arasındaki ilişki birçok yazar ve düşünür tarafından araştırılmıştır.
Yerin Cazibesi (2000) adlı yapıtında Joseph Rykwert “Toplumla kentsel yapı arasında sürekli bir etkileşim olduğu için, topluma da bazı değişiklikler yapmadan şehirlerimizle bağlantı kuramayız – ya da tam tersi,” der ve ekler: “Bir kentin şeklinin, bir vatandaşın yorumlarından toplanabilecek herhangi bir açıklaması, vatandaş ile yaşadığı fiziksel formlar arasında sürekli ve samimi bir diyalektiği temsil eder; bu, kentin imajını ekonomik veya politik hayatı kadar radikal biçimde etkileyebilir”. Dolayısıyla, bu fiziksel mekanlar bizi şekillendirir. Rebecca Solnit, Kaybolmanın Rehberi’nde (2005), bir kişinin hayatını geçirdiği yerler için şöyle der: “Sizi yapan yerler, onlar, hafızanın maddi manzarasıdır, sizin de bir şekilde onlar haline geldiğiniz yerlerdir. Onlar etki edebileceğiniz ve sonunda size etki eden şeylerdir”.
Bir yerin fiziksel biçiminin ötesinde, içinde yaşanan şey (yaşayanların paylaştığı negatif yada pozitif deneyimler) ortak kimlik biçimlerini şekillendirmeye başlar. Elbette, kimlik – ister kişisel, kolektif veya mekana bağlı olsun- kesin ve sabit bir şey değildir: İçinde yaşadığımız yerlere benzer şekilde değişir, dönüşür, evrilir. Ancak bu akış içinde sürekli gelişen kimliği besleyen belli özellikler, tarihler veya anılar vardır.
Bir yerde olan, doğrudan veya dolaylı olarak, insanların onu nasıl gördüğünü, hissedebildiğini ve çevresinde anlatılar oluşturabildiğini etkiler. Bu, yerel bir futbol takımının başarısından duyulan toplu gururdan ya da yakınlarda meydana gelen tanınmış bir tarihi olaydan, yerel bir trajediden sonra yaşanan ortak kedere kadar değişiklik gösterebilir. Bu tür anılar ve hikayeler, bir yerin kimliğinin tuğla ve harç kadar bir parçasıdır.
Mekân kimliği son yıllarda, bir pazarlama aracı olarak, kâr elde etmenin bir aracı olarak paketlenip tanıtılarak kullanıldı. Bunun gerçekleşebilmesi çok masum olan bir gerçeğe dayanıyor: Bir yerin kimliğiyle ilgilenmek -ister fiziksel özellikleri ister sosyal geçmişi olsun- insanların kendilerini daha çok evde gibi hissetmelerini sağlayabilir. Kentler sonsuza dek akış içindedir ve nüfusları büyük ölçüde geçicidir; kimliğimizi besleyen rahatlatıcı bir yere bağlanma biçimi oluşturmak için kendimizi sabitleyecek kimlik öyküleri ve belirteçleri ararız. Bir yerin kimliğini kâr amaçlı olarak geliştirmek yerine, bunu sosyal ve toplum yararı için yapabiliriz. Ve bu yöndeki ilk adım da kapsayıcı konuşma olmalıdır.
Londra’nın güneyinde bulunan Loughborough Junction’daki ortak tasarım stüdyosu, bölgedeki insanları mahallenin eşsiz tarihi, karakteri, varlıkları ve ihtiyaçları hakkında konuşmaya; kamu alanı iyileştirmeleri için ortak olarak tasarlanmış önerilere dönüştürmeye hazır hale getirdi. Bölgenin tüm nüfusuyla yapılan konuşmalar, insanların mahallenin kimliğini tanımlarken gördüklerinin, çeşitlilik ve topluluk duygusu olduğunu ortaya koydu. Yapılan iyileştirmelere bunun yansıtılması, insanların, yerel kimliğin değişikliklerde kaybolacağı konusunda daha az endişe etmesini sağladı.
Yereldeki 100’den fazla çocuğun da dahil olduğu toplulukla yapılan tartışma ve tasarım atölyeleri, yerel bölgenin tarihinin, hikayelerinin yanı sıra bölgenin varlıklarına, geçmiş ve mevcut sakinlerine referans veren renkli sokak afişleri ve köprü süslemeleriyle yaşatılmasına yol açtı.
Mekânlar değiştikçe ve bu değişime rağmen, çeşitli insanlardan gelen anılarla meşgul olmak, bölgede yeni olanlar için bile bir mekan kimliği duygusu yerleştirilmesine yardımcı olabilir. Bir yerin hikayeleriyle meşgul olmak -hakkında daha fazla şey keşfetmek- oraya olan bağlılığımızı güçlendirir. Devamında ise kendimiz, yeni yerel hikayelerin yaratılmasına katılırız.
Kaynak: ThinkingCity.org